Gazze'nin Yavaş Ölümü - Şifahen Değil Acilen Filistine Yardım Lazım
TürkçeEnglishArabicGerman
Gazze'nin Yavaş Ölümü
Gazze Neresi
Krizin Boyutları
İnsani Sonuçlar
Neler Yapabiliriz?

Gazze'nin Yavaş Ölümü

Tarihindeki ilk demokratik seçimlere sahne olduğu 2006 yılına büyük umutlarla giren Filistin için 2 yıl önceki seçimin sonuçları; istikrar yerine giderek kronikleşen bir krizin ve bugün yaşananların başlangıcı oldu.

Filistinliler, direnişte büyük fedakârlığına şahit oldukları Hamas’ı iktidara taşıyıp siyasal bir liderlik rolü verirken, düşman gördüğü bir grubun iktidara gelmesi İsrail’i, Batılı destekçilerini ve bazı Arap ülkelerini oldukça sarsmıştı. Uzlaşma arayışı yerine, ilk andan itibaren Hamas hükümeti ile ilişkilerini kesen söz konusu taraflar, bununla yetinmeyerek hükümet yerine muhalefete açık destek vererek, Filistin toplumundaki siyasi farklılığı, bir çatlağa dönüştürme politikasını çıkarlarına daha uygun buldular. 2006 yılından itibaren iktidardaki Hamas’ı kabul etmeme politikasında ısrar eden uluslar arası aktörler, 1,5 yıl boyunca ilişkileri askıya alma, ekonomik ambargo, askeri saldırılar ve el-Fetih’in kontrolündeki Cumhurbaşkanlığı makamını ikinci bir hükümet gibi muhatap alma siyasetinden sonuç almaya çalıştılar. Dışarıdan güçlerin çift başlı bir Filistin seçeneğini pekiştirici yaklaşımları, Filistinli gruplar arasında iç savaşa varan gerilimde katalizör rolü oynadı.

filistin-ambargoduvari.jpg

Dünyanın en kalabalık yerleşimine sahip küçük bir coğrafyasına sıkışıp kalmış, 1,5 milyon insanın 900 bini mültecilerden oluştuğundan, bu durum siyasi ve sosyal çalkantılar için de uygun bir toplumsal alt yapı sağlamaktaydı. Nitekim, 2007 yılı ortalarına gelindiğinde, bir yanda iç kışkırtmalar, bir yanda İsrail’in operasyonları; hedeflenen sonucu getirdi ve Gazze’de Hamas ile Fetih arasında ciddi bir iç çatışma yaşandı. Olaylarda 200’ü aşkın insan hayatını kaybederken, fiili bir durum oluşturan iktidardaki Hamas, milis güçleri eliyle, Fetih’e ait tüm silahlı birimleri tasfiye ederek Gazze’deki yönetimi tamamen kendi kontrolüne aldı. O tarihten itibaren tüm çabasını bu fiili (de facto) durumu yasal (de jure) duruma dönüştürme çabalarına yoğunlaştırdıysa da, Gazze bölgesi bu kez kapsamlı bir kuşatma ile karşılaştı. Uluslar arası camia tarafından tüm ekonomik ve siyasi baskı mekanizmaları harekete geçirildi ve Gazze için zorlu bir dönem başladı.

31 Ağustos 2007 Cuma

Amway kurucusu: Müslümanlar, Hitler gibi global bir tehdit

Bir ticari şirketten çok kapitalizmi hayat tarzı haline getiren bir tarikat olma özelliği gösteren, fakat buna rağmen Türkiye'de bazı dindarların dahi pazarlama ağına dahil oldukları Amway'in kurucusu, Rich DeVos, Müslümanların, Hitler döneminde olduğu gibi küresel bir tehdit
oluşturduğunu ileri sürdü.
23/07/2007

 

islamvehayat.com


Bir ticari şirketten çok kapitalizmi hayat tarzı haline getiren bir tarikat olma özelliği gösteren, fakat buna rağmen Türkiye'de bazı dindarların dahi pazarlama ağına dahil oldukları Amway'in kurucusu, Müslümanlara büyük bir hakarette bulundu.


ABD'nin en büyük pazarlama kuruluşlarından olan ve Türkiye'de de faaliyet gösteren Amway
şirketinin kurucusu Rich DeVos, Müslümanların, Hitler döneminde olduğu gibi küresel bir tehdit
oluşturduğunu ileri sürdü. DeVos'un bu açıklaması Müslümanların büyük tepkisine yol
açarken, ülkedeki Müslüman liderler DeVos'dan biran önce özür dilemesini talep ettiler.

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Ümmet Yanarken Bizler Nerede Duruyoruz?

Nurettin ŞİRİN

 

Ümmet Yanarken Bizler Nerede Duruyoruz?

Nurettin ŞİRİN



 
 
 
 
 
Nurettin ŞİRİN
nureddin{x}velfecr.com
Dikkat! E-mail için {x} yerine @ işaretini yazınız. Bu değişim spam maillerden korunmak için yapılmıştır.

Yeryüzünde ilahlaşan müstekbir ve tağutların İslam ümmetine karşı küresel bir savaş başlatıp her geçen gün yeni saldırı planları yaptığı, ümmetimizin etrafında cehennemi ateşler yaktığı bir sırada; hangi kavim, mezhep ve camiadan olursa olsun "müslümanım" diyen her bir müslümanın öncelikli görevi, dünya Müslümanlarının maslahatını gözeterek gerekli adımları atmak, gereken hazırlıkları yapmak ve haçlı-siyonist saldırganlık karşısında Müslümanlar arası birlik ve dayanışmayı güçlendirmektir. 

Sorumluluk sahibi Müslüman birey ve toplumların İslami duruşlarının ekseninde üç esas "kırmızı çizgi" "olmazsa olmaz" durumundadır: "mukavemet-i İslami", "ittihad-i İslami" ve "hükümet-i İslami". Her hal ve şartta bu kırmızı çizgileri korumak üzerimizdeki en büyük İslami görevdir. 

a-    Mukavemet-i İslami: 

İslam'ın kalesi ve evrensel İslami birliğin dayanağı Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasından sonra İslam dünyasında tam bir felaket ve zillete yol açan emperyalist-siyonist saldırganlık ve emperyalizmin yerli işbirlikçilerine karşı, "fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar savaşın" (1) ilahi buyruğu uyarınca, Müslümanların cihad bilinciyle hareket ederek dünya Müslümanlarının izzet ve esenliği, bağımsızlık ve özgürlüğü, işgal altındaki İslam topraklarının kurtuluşu için mücadele etme sorumluluğuna verilen addır "mukavemet-i İslami". 

Mukavemet-i İslami, yani "İslami direniş", İslam toplumlarının içinde bulunduğu sosyo-politik ve askeri koşullar itibariyle, kültürel, siyasi ve askeri yöntemler olmak üzere değişik biçimlerde sergilenir. Hangi koşulda hangi yönteme başvurulacağını da İslam toplumlarının önderlik kadroları belirler. Bu, bir bölgede "siyasi direniş" olabileceği gibi, başka bir bölgede de "askeri direniş" şeklinde kendini gösterir. Ya da Filistin örneğinde olduğu gibi her iki yönteme de başvurmak zorunluluk arz edebilir. 

     Örneğin, Filistin'de, Irak'ta, Lübnan'da Çeçenistan'da, Filipinler ve Keşmir'de İslami direniş askeri yöntemlerle kendini gösterirken, Türkiye, Mısır, Pakistan, Fas, Endonezya gibi ülkelerde de İslami direniş'in yöntemi kültürel ve siyasidir. Müslümanların tüm kurumsal çalışmaları, eğitim, ilim, irşad faaliyetleri, sosyal ve kültürel etkinlikleri İslami direnişin sosyal ve kültürel boyutunu yansıtır. İslami direnişin silahlı verilmesi gereken yerlerde Müslümanlardan silah bırakmasını istemek, "İslam davası"na ihaneti beraberinde getireceği gibi, İslami direnişin sosyal ve siyasal yöntemlerle sürdürülmesi gereken yerlerde silahlı mücadele vurgusu yapmak ya da İslami direnişi sadece silahlı direnişten ibaret görmek de sonuçta İslam davasına zarar veren tavır ve yaklaşımlardır. 

Rabbimizin "Ey iman edenler, sabredin, direnç gösterin ve cihad için hazırlıklı olun" (2) ayeti hükmünce, Müslümanlar içinde bulunduğu yerel koşullara göre cihad ve direnişin zeminini hazırlamak, gereken hazırlıkları yapmak, duyarlılık ve teyakkuz içinde bulunmak durumandadır. Bu sorumluluk bir yerde sosyal-kültürel ve siyasal hazırlık olacağı gibi, diğer bir yerde silahlı hazırlık şeklinde de olabilir. Sonuçta bizler hangi koşullar altında olursak olalım, İslami direnişin gereklerini kuşanmakla yükümlüyüz. İslami direnişten uzak kalmak ya da İslami direniş kimliğinden ayrışmak, saldırıya uğrayan İslam'a ve Müslümanlara sırt dönmekle eş anlamlıdır. 

"Rabbim, şüphesi bu kavmim Kur'an'ı yalnız bıraktı" (3)  şeklinde Hz. Resulüllah (s.a.v)in Allah Subhanehu ve Teala'ya olan şikayeti, tüm zamanlarda "İslami direniş sorumluluğu"nu terk eden bütün Müslümanları Allah'a şikayetidir. Eğer bizler üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirme noktasında gaflete düşüyor; dünya sevgisi, ölüm korkusu, ikbal arzusu saikleriyle dünyevileşip dava ruhunu yitiriyorsak, İslam düşmanlarının kesintisiz süren saldırı ve komploları, Kur'an'ı vesayet altına alıp hükümlerini etkisizleştirmeleri karşısında sessiz ve tepkisiz kalıyorsak, Kur'an'a inanıp da ahkamına karşı yapılan saldırılar karşısında bir direnç göstermiyorsak, yaşadığımız her gün, nefes alıp verdiğimiz her an Hz. Resululüllah'ın şikayetini üzerimize alıyoruz demektir ki, Resullah'ın şikayetine omuzlayarak Allah'ın huzuruna çıkacak olanların, hesap günündeki akibetlerinin ne olacağını kestirmek zor olmasa gerek.  

Ne yazık ki dünyanın bir çok bölgesinde olduğu gibi ülkemizde de Müslümanlar arasında "İslami direniş" sorumluluğunu terk eden ve hatta diğerlerini de buna çağıran "Müslüman"lara tanık olmaktayız. Bu nasıl Müslümanlıktır ki, azgınlaşan küfür ve şirk güçlerinin, İslam dünyasını kana bulayan haçlı ve Siyonistlerin karşısında Müslümanların direnişi terk etmesi öngörülebiliyor? Sözüm ona "dünya ve ülke gerçekleri böyle gerektiriyor!" diyerek modern dünyanın aldatıcı ve saptırıcı söylemlerini benimseyen; Müslümanların zihinlerini vahiy ve sünnet-i Resulüllah mizanından öte "modern-çağdaş saplantılar"la iğdiş etmeye kalkışanların, "Müslümanlık" iddialarını da sürdürüyor olması başlı başına bir çelişki ve samimiyetsizliğin ifadesidir.  

Bu sapmanın ve saptırıcılığın bir örneği de "insan hakları savunuculuğu" düzleminde kendini göstermektedir. İslam toplumlarının arasında ve bazen de önlerinde yer alan bazıları, "İnsan haklarını savunmak" ile "İslam davası" ayrı şeylerdir, bize düşen "insan hakları perspektifi"ne göre hereket etmektir. Hak ve özgürlükler mücadelesini din ile karıştırmayalım" gibi sözler sarfedenler, ABD'nin "Yeni Dünya düzeni" ve "Büyük Ortadoğu" projesinde öngördüğü bir "İslam"ı kendilerine din edinenlerdir. Bunun başka bir adı da, "Müslümanları Batı şirkinin ifsad ve tuğyanına ortak etmeye çalışmak"tır.  

Bizler "Müslüman" kimliğimizle zulme ve haksızlıklara karşı durma ve direnme durumundayız; gasp edilen haklarımızı savunmak, zalim ve zorbaların karşısında yumruklarımızı sıkıp feryadlarımızı yükseltmek durumundaysak, İslami kimliğimiz bunu gerektirdiği içindir. Avrupa'nın ya da Amerika'nın "insan hakları" felsefesi ve kriterleri bizi ilgilendirmez; bizim bu söylem ve yaklaşımlara zerre kadar ihtiyacımız da yoktur. Hak ve özgürlükler noktasında sergileyeceğimiz mücadele ve direnişin meşruiyet kaynağı ve sebebi Rabbimize olan kulluk görevimizdir. 

Örneğin "başörtüsü mücadelesi"nde zulme ve zorbalığa karşı olan direnişimizin kaynağında ve arka-planında, "evrensel insan hakları beyannamesi", "Kopenhang kriterleri" ya da "Avrupa İnsan hakları sözleşmesi" değil, Kur'an-ı Kerim'in "cihad" ve "emr-i bil maruf, nehy-i anil münker" hükümleri yatmaktadır. Müslümanların hak ve özgürlükler noktasındaki mücadelesi "Fitne ortadan kalkıncaya kadar savaşın" (4)  "Onlar bir saldırı ve haksızlığa uğradıkları zaman birbirleriyle yardımlaşırlar" (5)  hükümlerine icabetten geçer.  

Varsın birileri Batı'nın İnsan hakları felsefesi ve kriterlerini kendilerine şiar edinsinler, ama kalkıp Müslümanlara gelerek "hak ve özgürlük mücadelesi din temelinde değil bu zeminde ve çerçevede olur!" demeye kalkmasınlar! Kendi alınlarına sürdükleri lekeyi gelip de diğer  Müslümanların alınlarına sürmeye yeltenmesinler.. 

Bu hususu ayrı bir yazıda genişçe tartışmak üzere, şimdilik bu kadarla yetinmek istiyoruz. 

 

b-    İttihad-i İslami

İslam ümmetinin maslahatlarını gözetme sorumluğunu taşıyan her müslümanın ayrılmaz bir şiarı İslami vahdettir; Müslümanların birlik, dayanışma ve kardeşlik içinde olmasını buyuran Rabbimiz "hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın, bölünüp parçalanmayın" (6)  "Sizin ümmetiniz tek bir ümmettir, ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet edin" (7)  "Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider" (8) uyarılarıyla ümmet olarak birlikte hareket etmemizi, Müslümanlar arasında niza ve çekişmelerden kaçınmamızı emretmektedir. 

Buradan hareketle, tesbit etmemiz gereken ilk husus, İslami vahdetin dünya Müslümanları için Rabbimiz tarafından belirlenen temel bir yükümlülük olduğudur. Bu yükümlülük bir zorunluluk ve taktik gereği değil, müslümanca var oluşun ayrılmaz bir vasfıdır. Müslüman olarak bizim burada bir muhayyerliğimiz yoktur. İslami vahdet noktasında gaflet ve sorumsuzca tavır ve yaklaşımlara yönelenler, kendilerini Kur'an karşısında müstağni görenlerdir; hangi camia ve hangi mezhep mensubu olursa olsun, Müslümanlar arasında vahdeti zedeleyici tutum sergileyenler Allah'a karşı "sen ne dersen de, ben kendi bildiğimi yaparım" deme cüretini gösteren ve ilahi hükme istiğna ile yaklaşanlardır. İçtihad farklılıklarına dayalı ayrılıkları vahdeti zedeleyici duruma dönüştürenler de, mezheplerini din edinip ilahi risaletin sınırlarını çiğneyenlerdir. 

Bir taraftan tarihten beri sürdürüle gelen mezhebi taassuplar, diğer yandan da emperyalistlerin gizli ajanlarının Müslümanlar arasında tutuşturmaya çalıştığı "mezhep savaşı fitnesi" sonucu, ne yazık ki bugün İslami vahdeti savunmakla marjinalleşmek gibi bir talihsizliği yaşamaktayız.   

Herkesçe bilinmekte ve görülmektedir ki, günümüzde Müslümanların vahdetini bozmaya yönelik en tehlikeli girişim ve ihanet, Müslümanlar arasında mezhep kavgaları çıkarmaya yönelik komplolardır. Emperyalist ve Siyonistlerin bu konuda ne kadar çok gayret sarfettiğini, Müslümanların birbirine karşı "mezhebi kamplaşma" içine girmeleri için ne denli provakasyonlara yöneldiğini Irak örneğinde açıkça görebilmekteyiz.  

Yüzyıllar boyu birbiriyle kardeşçe iç içe yaşayan Müslümanları, birbirine karşı düşman hale getirmeye çalışan emperyalistler bu komplolarını sadece Irak'la sınırlı tutmayıp bütün İslam dünyasına yaymaya çalışmakta, bunun içinde emrindeki işbirlikçileri ve satılmış hainleri tefrika ve çatışma çıkarmak için harekete geçirmektedir.  

Emperyalizmin İslam dünyasındaki sulta ve saltanatına son vermek, döktüğü masum Müslüman kanlarının hesabını sormak, İslam beldelerine akbabalar gibi çöreklenen müstekbirlerin tüm varlığını söküp atabilmek için, dünya Müslümanlarının sergileyeceği İslami direniş'in olmazsa olmazı da İttihad-i İslami'dir. "İslami direniş" ile "İslami vahdet" bir paranın iki yüzü gibidir. Direniş vahdet ile olur, vahdet de zafere götürür.  

Esefle belirtmek gerekir ki, düşmanlarımız ümmetimize karşı kendi aralarında birlik, beraberlik ve dayanışma içine girerlerken, bizler düşmanlarımıza karşı aynı birlik ve dayanışmayı gösteremiyoruz.  

11 Eylül'de, Ebrehe'nin başına yağan taşlar misali aldığı yıkıcı darbe sonrasında çılgına dönen Amerika bütün dünyaya "ya bizimle berabersiniz, ya da teröristlerle!" diyerek tüm dünyaya meydan okumuş, yanına aldığı devletlerle ortak bir saldırı cephesi oluşturmuştu. Afganistan ve Irak işgalleri de bu ortak saldırı cephesiyle gerçekleştirildi. Hz. Resulüllah ( s.a.v) zamanında, Mekkeli müşriklerin, Medine'deki Yahudi ve hristiyanların birlik –ahzab- halinde İslam ümmetine karşı nasıl ortak hareket ettiklerini bilen biz Müslümanlar, günümüzde de aynı ahzab'ın oluşturularak İslam ümmetinin dört bir yandan kuşatma altına alındığını görüyoruz. 

Sözgelimi, Filistin İslami Direniş hareketi Hamas'ın 2006 yılındaki seçimleri kazanıp Filistin'de hükümete gelmesinin sonrasında, özellikle de Amerikan ve İsrail işbirlikçisi hainleri zafer dolu bir operasyonla saf dışı ederek Gazze'nin kontrolünü ele almasının ardından, dünya emperyalizmi ve bölgedeki işbirlikçilerinin Filistin'deki İslami direnişi boğabilmek için nasıl hep birlikte hareket ettiklerini, ortak ittifaklar kurup Hamas'ın tasfiyesi için peşi sıra komplolara yöneldiklerini görüyor, izliyoruz. Filistin İslami direnişini boyun eğdirebilmek için 1,5 milyona yakın Gazzeli Filistinliye insanlık dışı, kalleş ve haince ambargo uygulayanların ve bu ambargoya destek sunanların kimler olduğuna baktığımızda, karşı karşıya kaldığımız "birleşik küfür ve ihanet cephesi"nin çapını rahatlıkla fark edebiliyoruz. 

Diğer yandan, İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı Amerika, Avrupa ve Siyonist İsrail rejimin sergilediği kuşatma ve her geçen zaman artırılan saldırı hazırlıkları, yürütülen donanmalar, uçurulan uçaklar, yapılan yığınaklar ve uygulanan yaptırımlar ile, dünya emperyalistleri ve Siyonistlerinin "ortak hedef" seçtikleri İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı kendi aralarında nasıl da dayanışma içine girdiklerini ve bölgedeki hain devletleri de nasıl yanlarına aldıklarını, İslami uyanış ve direnişin yok edilmesi için nasıl seferber olduklarını görebiliyoruz. 

Ancak bizler, ne yazık ki, İslam ve Müslümanların kan içici azgın düşmanlarına karşı bileklerimizi ve yüreklerimizi birleştireceğimiz yerde, birbirimizle uğraşıyor; çekişme, polemik, yıpratma ve husumetlerle sahip olduğumuz potansiyel gücü ve imkanları kendi ellerimizle heder etme gafletine düşüyoruz. 

Müslümanlardan kimileri diğer Müslümanları öteki mezhepten olmakla, kimileri bazı Müslümanları "partici" olmakla suçlarken, kimileri de kendi hizbi dışında olanlara gözlerini ve yüreklerini kapamaktadır. Peki içinde bulunduğumuz bu hal "onlar bir saldırı ve haksızlığa uğradıklarında yardımlaşırlar" (9)  "birbirinizle çekişmeyin, yoksa korkuya kapılırsınız da gücünüz gider" (10) ilahi uyarılarını ihlal etmek, Rabbimizin uyarılarına kulak tıkamak anlamına gelmiyor mu? 

Düşmanlarımız ise Müslümanlara saldırırken bir ayrım gözetmiyor; başına bomba döktüğü, haklarını gasbettiği, esaret ve zillete düşürmeye çalıştığı Müslümanların kavmine, hizbine ve mezhebine bakmıyor; İslam izi gördüğü her yeri kendine hedef seçiyor ve ardından da "İslam İslam'dır, ılımlısı da radikali de aynıdır" diyerek hücuma geçiyor… 

Ama biz öyle yapmıyoruz; "Sen şiisin," "sen sünnisin" "sen selefisin, talibancısın" "sen Humeynici, İrancısın" "sen partici, Erbakancısın" "sen radikalsın, aşırısın"  "sen nurcusun" "sen tasavvufçusun" gibi daha bir çok ayrımlarla birbirimizi öteliyor ve karşımıza alıyoruz. İslam davasında yer alan Müslümanların içtihat yönünden, usul ve yöntem yönünden, algılayış ve eğilim yönünden farklı oluşum ve zeminlerde bulunması, birbirlerini ötelemesinin ve hatta birbirine düşmanca yaklaşmasının sebebi ve gerekçesi olamaz. Deyim yerindeyse biz Müslümanlar aynı gemide bulunmaktayız, ancak, birbirimizin kaldığı odaları delme çabasıyla, gemiyi batırıyoruz… 

Peki bizler, bu yaptıklarımız ve tavırlarımız ile kendimize referans aldığımız önderlerle örtüşüyor muyuz? Bizler bu saplantılarımız, hırs ve husumetlerimiz ile meşruiyet köklerimizi ve dayanaklarımızı çiğneyip geçerek, aslında hiçbir değer ve kutsala itibar etmediğimizi ortaya koymuş oluyoruz… 

Bir sonraki yazımızda, Hz. Resulüllah (s.a.v)'in ashabı ve ehl-i beytinden ve İslami hareket önderlerinin beyanlarından konu ile ilgili örnekleri aktaracağız inşallah… 

Devam edecek… 

 



Dipnotlar:  

1-    Bakara  Süresi ayet 193

2-    Al-i İmran Süresi ayet 200

3-     Furkan Süresi ayet 30

4-     Bakara  Süresi ayet 193

5-     Şura Süresi ayet 39

6-     Al-i İmran Süresi ayet 103

7-      Enbiya Süresi ayet 92

8-      Enfal Süresi ayet 46

9-     Şura Süresi ayet 39

10-   Enfal Süresi ayet 46

18 Ağustos 2007 Cumartesi

10 Ağustos 2007 Cuma

Kandil Mesajı



KANDİLİNİZİ EN İÇTEN DİLEKLERİMLE KUTLAR, HAYIRLARA VESİLE OLMASINI TEMENNİ EDERİM.

KUR'AN IŞIĞINDA BİR HAYAT DİLEKLERİMLE...

Ebu Zer

30 Temmuz 2007 Pazartesi

FİLİSTİNLİ TUTSAK BAKANLAR

FİLİSTİNLİ TUTSAK BAKANLAR

Aziz Salim Duveyik (Meclis Başkanı) Filistin siyasi tarihinin dördüncü Meclis başkanı sıfatını taşıyan Duveyik, 1948 yılında Mısır'da doğdu. Üç farklı dalda master diploması bulunan vekil ...

Fahri Turkman (Sosyal Işler Bakanı) 1940 yılında doğan Turkman, psikoloji ve sosyoloji dallarında yüksek eğitimini tamamladı. Önceki dönemde de Filistin meclisinde olan Turkman ...

Halid Ebu Arefe (Kudüs Işleri Bakanı) 1961 yılında doğan Arefe, Bağdat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'ni bitirdi. Özel sektörde çalıştıktan sonra siyasete atıldı.

Ahmed Saadet (Filistin Halk Cephesi Lideri) 1953 yılında doğan Saadet, 2001 yılından beri Cephenin lideri görevini yürütüyor. Oslo Anlaşması başta olmak üzere İsrail'in varlığını tanıyan tüm anlaşmalara karşı olduğu ...

Muhammed el-Berguti (Çalışma Bakanı) 1962 yılında doğan Berguti, Necah Üniversitesi'nde İş İdaresi bölümünü bitirdi. Daha önce değişik sektörlerde çalışan Berguti, evli ve iki çocuk babasıdır.

Nayif Recup (Din İşleri Bakanı) 1958 yılında Halil kentinde doğan Recup, Ürdün Üniversitesi İlahiyat Falütesi'ni bitirdikten sonra Yemen'de aynı dalda doktorasını tamamladı.

Ömer Abdurrazık (Maliye Bakanı) 1958 yılında Salfit bölgesinde doğdu. Iowa Üniversitesi'nde ekonomi doktorasını bitiren Abdurrazık, tutuklanmadan ...

Semir Ebu Iyşe (Planlama Bakanı) 1960 yılında Nablus'ta doğan bakan, Ürdün'de Şehir planlamacılığı üzerine üniversite eğitimini tamamlaması ardından ABD'nin Pensilvanya Üniversitesi'nde ...

Vasfi Kabha (Esirler Bakanı) 1959 yılında doğan Kabha, ABD'nin Detroit Üniversitesi'nde planlamacılık eğitimini tamamladıktan sonra, Bir Zeit Üniversitesi'nde yüksek lisansını bitirdi.

İsa el-Cabiri (Mahalli İdareler Bakanı) 1966 yılında el-Halil kentinde doğdu. Kudüs Üniversitesi'nde İslam terbiyesi dalında mezun oldu. Daha önce İsrail karşıtı faaliyetleri ...

FİLİSTİNLİ TUTSAK VEKİLLER

Halid Süleyman (Cenin) 1967 yılında Cenin kentinde doğan Süleyman, Necah Üniversitesi'ndeki Siyasi Planlama ve Kalkınma bölümünde yüksek lisansını tamamladı.

Nezzar Ramazan (Hamas adayı) 1960 yılında Halil kentinde doğdu. Halil Üniversitesi'nde ilahiyat eğitimini tamamladıktan sonra Kudüs Üniversitesi'nde aynı...

Azam Selheb et-Temimi (Hamas adayı) 1956 yılında Halil kentinde doğdu. İsrail karşıtı çalışmalarından dolayı 8 defa tutuklanıp serbest kaldı. 6 ay hapis cezası bulunuyor.

Hatim Kufeyşe (Hamas adayı) 1960 yılında Halil kentinde doğdu. Bir turizm şirketinin yöneticisi olan Kufeyşe, İsrail karşıtı faaliyetleri sebebiyle gözaltına alındığından ...

İbrahim Ebu Salim (Hamas adayı): 1948 yılında Remle'de doğdu. Ürdün Üniversitesi'nde ilahiyat eğitimini tamamlaması ardından Mısır'da Ezher Üniversitesi'nden ...

Muhammed Cemal el-Netçe (Hamas adayı) 1958 yılında Halil kentinde doğdu. Ürdün'de ilahiyat eğitimini tamamladıktan sonra, İsrail karşıtı faaliyetleri sebebiyle ...

Hasan Yusuf (Hamas adayı) Ramallah'ta 1955 yılında doğdu. Ürdün ve Bir Zeit üniversitelerinde İlahiyat bölümünü bitirdi. Yahudi fanatikler tarafından...

Ebu Ali Yata (el-Fetih adayı) 1956 yılında Yata bölgesinde doğdu. 1980 yılından bu yana hapishanede bulunan ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Yata, evli ve üç çocuk babası.

Mervan Barguti (el-Fetih adayı) 1959 yılında doğan Barguti, lisansını siyaset bilimi üzerine bitirdikten sonra yüksek lisansını Bir Zeit üniversitesi uluslar arası ilişkiler bölümünde tamamladı.

Mahmud el-Hatip (Beytüllahim) 1972 doğumlu olan Hatip, Filistin parlamentosunda Batı Şeria bölgesinden gelen milletvekillerinin en genci. Halil Üniversitesi'nde...

Enver Zebun (Beytüllahim) 1968 yılında doğan Zebun, Kudüs Üniversitesi'nin Fizik bölümünü bitirdikten sonra İngiltere'de aynı dalda yüksek lisansını tamamladı.

Nasır Abdulcevvad (Sülfeyt) 1965 yılında doğan Abdulcevvad, Ürdün Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde lisans ve yüksek lisansını tamamladı. Aktif siyaset öncesi üniversitede eğitim ...

İmad Nevfel (Kalkilya) 1970 yılında doğan Nevfel, Filistin meclisinin en genç üyelerinden biridir. Kudüs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ardından Necah ...

Halid Tafiş, (Hamas adayı) 1964 yılında Beytüllahim'e bağlı Zatera bölgesinde doğdu. Kudüs Üniversitesi'nde ilahiyat eğitimini tamamladı. 1993 yılında güney Lübnan'a sürgün edildi.

Riyad Reddad (Tulkarim) Ürdün Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu olan Reddad, bir süre Sayda lisesinde öğretmen olarak görev yaptıktan sonra...

Vail el-Hüseyni (Kudüs) 1962 yılında Beytüllahim'de doğan Hüseyni, 1986 yılında Suudi Arabistan'da elektrik mühendisliği fakültesinden mezun olduktan sonra ...

Yasir Mansur (Nablus) 1967 yılında Nablus'ta doğan Mansur, 1994 yılında Necah Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. Değişik eğitim kurumlarında ...

Hüsni el-Burini (Nablus) 1955 yılında Filistin'de doğan Burini, 1979 yılında Halil Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirmesi ardından Kudüs Üniversitesi'nde yüksek lisansını tamamladı.

Semir el-Kadi (el-Halil) Asıl mesleği doktorluk olan Kadi, Ukrayna'daki Kiev Üniversitesi'nde tıp eğitimini tamamladıktan sonra uzmanlığını Filistin'de ...

Basim Zearir (el-Halil) Beyrut Üniversitesi İşletme Yönetimi bölümünü bitirdikten sonra 20 yıl yerel yönetimlerde çalışan Zearir, siyasal faaliyetleri sebebiyle daha önce de üç defa İsrail tarafından tutuklanmıştı.

Muhammed et-Tal (el-Halil) Mesleği röntgen operatörlüğü olan Tal, bir süre sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışmalar yürüttükten sonra, Ehali hastanesindeki ...

Muhammed Ebu Tayr (Kudüs) 1951 yılında Kudüs'te doğan Tayr, Kudüs'te lise eğitimini tamamladıktan sonra siyasete atıldı. 1998 yılında İsrail tarafından tutuklanarak ...

Mahmud Remhi (Meclis Genel Sekreteri) 1963 yılında doğan Remhi, İtalya'nın Roma kentinde tıp fakültesinden mezun olduktan sonra bir süre doktorluk yaptı. 1990-92 yılları arasında ...

İbrahim Dahbur (Cenin) 1968 yılında doğan Dahbur, Ürdün Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden mezun oldu. Meclis Maliye Komisyonu Başkanı da olan Dahbur ...

Halid Said (Cenin) 1960 yılında Cenin'de doğan Said, Ürdün Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde yüksek lisansını tamamladı.

Muhammed Mutlak Ebu Cuheyşe (el-Halil) Medine İslam Üniversitesi'nde ilahiyat eğitimini tamamlayan Cuheyşe, Nablus'taki Necah Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.

Muhammed Mahir Bedr (el-Halil) 1978 yılında Medine İslam Üniversitesi'nde ilahiyat eğitimini tamamladı. El-Halil kentinde ilahiyat eğitimi konusunda öncülük...

Halil Reb'i (el-Halil) Asıl mesleği muhasebe olan Reb'i, Necah Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu. Batı Şeria'nın güney bölgesi elektrik idaresinin bir dönem yöneticiliğini yürüten vekil...

Fethi el-Karavi (Tulkarim) 1958 yılında Tulkarim'de doğan Karavi, Hayfa'daki mülteci kampında yetiştikten sonra, Ürdün Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu.

Kırk Yaşındasın, D.Ali Erzincanlı...

Sevdamızsın Çeçenya...

'Eli Kurusun, Kurudu da…'

Mustafa İSLAMOĞLU
Ebu Leheb, "alev babası" anlamına geliyor. Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in öz değil üvey amcası olur. Kardeşi Ebu Talib'in vefatından sonra "beyaz bir sayfa" açmak istiyor ve yeğenini çağırıyor. Kavmiyetçilik damarları kabarmış olacak. "Bak bak, yeğenini himaye etmedi, edemedi!" dedirtmemek için yapıyor bunu, adam olduğundan değil.

Amcasının davetine icabet eden Hz. Peygamber'e, yekten sorduğu soru şu:

"-Ben Müslüman olursam bana ne var?"

Hz. Peygamberin dudaklarından tek cümlelik net bir cevap çıkıyor:

"-Herkese ne varsa, sana da o var?"

Vahyin "Elleri kurusun, kurudu da…" diye beddua ettiği Ebu Leheb'in buna karşılık söylediği söz, aslında sadece dünün Tevhid ve Şirk mücadelesinin arka planını değil, günümüz Türkiye'sindeki mücadelenin de arka planını ele veriyor:

"-Beni herkesle bir tutan din olmaz olsun!"

Malum azınlığın bu ülkede peydahlanma süreci, yaklaşık iki asırlık bir hikâye. Mütegallibe sınıflar, kaleyi içten ele geçirmek için peydahlanırlar. Bu her yerde böyledir. Genellikle zapt edilmesi zor, sağlam kaleler için uygulanan kadim bir desisedir bu. Bir tür Truva atı yöntemi yani.

Düşman, kaleyi çarpışarak bileğinin ve yüreğinin gücüyle elde edemeyeceğini anladığında bu yola başvurur. Osmanlı İslam kalesini bileğinin gücüyle yıkamayanlar, kaleyi içten yıkmak için bir Truva atı sınıfı peydahlamaya koyuldular.

Bu ülkedeki Batılılaşma projesi, Truva atı projesidir. Batılılaşma hikayesi, bâtıllaşma hikayesidir. Bu proje, "milleti iddialarından arındırma" üzerine kuruludur. Bu toprakları ancak bu yolla iddialarından arındırabileceklerini biliyorlardı. Ve tabi ki iddialarından arındırmadan bu ülkeyi "kuyruk" edemeyeceklerini de…

Bundan ta iki yüzyıl mukaddem Osmanlı'nın en cins kafa çocuklarını Paris'e devşirilmek üzere gönderdiler. Osmanlı devşirme sistemi tersine döndürülmüştü. Tanzimat ve Islahat süreciyle yabancıların eğitim kurumu açmalarının önü açılınca, devşirme süreci dışarıda değil içeride sürdürüldü. Söz konusu yabancı misyon okullarında idrakini iğfal ettikleri zümreler peydahladılar. Bunları damızlık olarak kullanıp, Osmanlı Askeri mekteplerini ele geçirdiler. Askeri devşirince zaten iş kendiliğinden kolaylaşmış oldu.

Fakat bütün bu süreçlerde Müslüman halk hep boğaza takılan kılçık oldu. Onu devşiremediler. Müslüman halk iddialarına sahip çıktı. "iddiam duam, duam iddiam" dedi. Bunu dediği her seferinde darbe yedi, dipçik yedi, muhtıra yedi, sopa yedi, zılgıt yedi. Ama ağır aksak bugüne kadar iddialarını taşıdı. Bir avuç mütegallibenin ensesinde boza pişirmesine kendi yöntemleriyle hep itiraz etti ve edecek.

Şimdi gözlerimizin önünde süren kirli kavga, aslında bunun kavgası. Mütegallibe, Truva atı yöntemiyle içten yıktığı kaleyi asıl sahiplerine geri vermemekte direniyor. Kalenin halkı, kalesini içten savunuyor. Mütegallibe, ilk defa tarihi dış desteğinden mahrum kalacağı endişesi taşıyor. Çünkü mütegallibeyi Truva atı olarak kaleyi içten yıkmak için kullanan egemen dış odaklar için maşa kullanmanın modası geçti. Bu modanın geçtiğini anlayan kadim mütegallibe sınıfı, yetiştirme yurdundan salınmış sahipsiz kız sendromuna tutuldu. Hırçınlığı bundan. Ele âleme kendisini maskara edecek uçuk kaçık yöntemlere sarılması bundan.

Bu ülkede Truva atı olarak peydahlanmış mütegallibe zümresinin sorunu tali değil aslidir.

Bir: Var oluş sorunu yaşıyorlar. Zira aidiyetleri yok. Öz nesebini inkâr edip kendisine düzmece nesep tedarik eden birinin tepkilerini veriyorlar. Sözün özü, ben idrakinden mahrumlar.

İki: Beka sorunu yaşıyorlar. Zira kökleri yok. Işık karşısında karanlığa, inanç karşısında inkâra benziyorlar. En küçük sarsıntıda vaveyla koparıyor, her şeyi olmak ya da olmamak sorununa dönüştürüyorlar.

Üç: Değer sorunu yaşıyorlar. Zira sahici değerden mahrumlar. Kendilerini peydahlayan egemen güçler onlara etiketler ve fiyatlar koymuş. Onun için etiketsiz olanı kavrayamıyor, değeri ve değerleri olanları anlamıyor, değere fiyat biçmeye kalkıyorlar.

Dört: Yer sorunu yaşıyorlar. Zira kelimenin tam anlamışla yersizler. Onun içindir ki, en ecnebisi en yerli gibi, en haymatlosu en vatanperver gibi görünüyor. En dinsizi "Din elden gidiyor" çığırtkanlığı yapıyor. Yersizler, çünkü "yerlilere karşı savaşan kovboy" rolündeler.

"El", mecazen gücü ve kudreti temsil eder. "Eli kurusun" demek, "gücü sönsün, kudreti yok olsun" demektir. Modern Ebu Leheb'lerin derdi aynı: Herkesle bir tutulmak. Millete güvenmeyenleri, "herkesle bir tutulma" korkusu sardı. Dedikleri, Ebu Leheb'in dediğiyle aynı: Beni herkesle bir tutan olmaz olsun.

O halde namazlarda, Tebbet suresini ta yürekten okumaya devam.

Çeçenistan Cephesinden haberler var.

Komutan Abdullahtan bahar ve yaz aylarında artışa geçen Çeçenistan da ki direnişle ilgili haberler var.
Komutan Abdullah ın Çeçenistan da yaşananlarla ilgili yapmış olduğu açıklamaların bir kısmında şu sözlere yer vermektedir.

Bilindiği gibi ÇİC Askeri Şu ra sı her fırsatta direnişin zafere kadar süreceğini ve en az eskisi kadar güçlü olacağını ve zaferlerle dolu günlerin yaklaştığını ilan etmekteydi.


İçerisinde olduğumuz yaz aylarında Çeçenistan ın genelinde şehir ve dağlarında mücahidlerin başarılı operasyonları göze çarpmaktadır. Son günlerde dağlık bölgeler özellikle Vedeno, Nojay-Yurt, İtum-Kali, Şatoy, Kurçhaloy, Açkhoy-Martan, Urus-Martan bölgelerinde işgalci ve işbirlikçilerine kayıplar verdirilmiş ve bölgelerde kontrol mücahitlerin inisiyatifine geçmiştir. Bu bölgelerde işgalci güçler rahatça hareket edemez hale gelmiştir.

Yapılan operasyonlar sırasında elbette ki şehidlerimiz olmaktadır ve olacaktır da.. Şehidlerimizin kanı bizim direnişimize ayrı bir güç vermekte ve mücadelemizi değerli kılmaktadır. İnşallah direnişimizi engellemek isteyen ve onu görmek istemeyenler sesimizin ve gücümüzün daha da yükselmesine engel olamayacaklardır. Zafer e giden yolda emin adımlarla ilerlemekteyiz. Allah ın yardımının ve zaferin yakın olduğuna inanıyor ve ilan ediyoruz.

Özellikle dağlık bölgelerde hâkimiyetini kaybeden işgalciler şehirlerde de artan direnişi bastırmak için büyük bir güç kullanarak yeni zulümler yapma hesapları içersinde olduğu bilinmektedir. Bunun için tüm maddi güçlerini silahlarını ve askeri güçlerini harcamaktadırlar. Ama onların sonunu Allah bizlere bildirmiştir.

"Şüphesiz ki Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcayanlar, onu yine harcayacaklar, sonra bu kendilerine yürek acısı olacak, nihayet mağlup olacaklar. Küfürlerinde ısrar edenler toplanıp cehenneme sürülecekler" (Enfal 36)

Allah yolundan alıkoymak isteyenler bu kadar gayret gösteriyorsa, Biz Allah ın rızasını kazanmak ve kardeşlerinin acısını dindirmek isteyen Müslümanlar olarak ne kadar çok çalışmamız gerektiği malumunuzdur.

İçerisinde bulunduğumuz üç aylar ve yaklaşan Ramazan ayı yapacağımız hayırların misliyle karşılık bulacağı değerli aylardır. Bu aylarda sizlerin dua ve gayretlerinizi biraz daha arttırmanızı sizlerden Allah için isterken inşallah bizlerin zaferleri de size bu ayların hediyesi olacaktır. Yapılanmamız, çalışmalarımız ve programlarımız Allah ın izniyle başarıyla tamamlanma noktasındadır. Bundan Sonra Rabbimizin yüzlerimizi güldürecek sevinçli zaferleri hepimize göstereceğini ümit etmekteyiz.

Dualarınızla ve gayretlerinizle bizimle olmaya devam ediniz.. Güzel günlerin geleceği günler inşallah yaklaşmaktadır.

Allah sizleri ve bizleri yolundan ayırmasın. Rızasına uygun hareket etmeyi hepimize nasip etsin. Rabbim yolunda yaşamayı ve ölmeyi hepimize sevimli kılsın. Bizlerin canlarını katına razı olduğu kullardan şehidler olarak alsın.

ÂMİN

Sizleri Allah için seven ve dualarında her zaman size yer veren Kardeşiniz Abdullah

Al Kavkaz

Papa'ya kolay(!) soru!

Papa 16. Benedict'in Güney Koreli rehinelerin serbest bırakılmalarıyla ilgili çağrısına, Taliban sözcüsü Yusuf Ahmedi, Kandahar'daki rehine Taliban kadınların durumu ile cevap verdi.
Taliban Sözcüsü Yusuf Ahmedi, Papa 16. Benedict'in Güney Koreli rehinelerin serbest bırakılmalarıyla ilgili çağrısına, Papa'nın Afganistan'daki yabancı askerlerin sivil ölümlere yol açması konusunda ve Afgan hapishanelerindeki kadın tutuklular konusunda neden ses çıkarmadığı sorusuyla karşılık verdi.

Taliban Sözcüsü Ahmedi, Afganistan'da esir aldıkları Güney Koreliler'in serbest bırakılması çağrısında bulunan Papa 16. Bendict'e, Afganistan'daki sivil ölümlere ve ABD askerlerinin kontrolündeki cezaevlerindeki Afgan kadınların durumlarına neden sessiz kaldığı sorusunu sordu.

Ahmedi, Fransız Haber Ajansı'na telefonla yaptığı açıklamada, "Neden Papa, Bagram ve Kandahar'daki Afgan kadınların tutukluluğu ile ilgili herhangi bir açıklama yapmıyor? Neden yabancı asker güçlerinin Afgan sivilleri öldürmelerine sessiz kalıyor? Afganistan yabancı askerler tarafından kuşatılmış durumda ve bu askerler masum insanların üzerine bomba yağdırıyor" dedi.

Taliban militanları, rehin tuttukları Güney Koreli esirlerin serbest bırakılması karşılığında Afgan hapishanelerindeki Taliban militanlarının salıverilmesini istiyor. Taliban, isteklerinin yerine gelmesi için verdiği süreyi ilk olarak cuma gününe, ardından pazartesi gününe kadar uzatmıştı.

28 Temmuz 2007 Cumartesi

YAGMUR DUASI

YAGMUR DUASI

Ben geldim geleli açmadi gökler
Ya ben bulutlari anlamiyorum
Ya bulutlar benden birsey bekler
Hayat bir ölümdür ask bir uçurum
Ben geldim geleli açmadi gökler

Bir yagmur bilirim bir de kaldirim
Biri damla damla alnima düser
Digerinde durup göge bakarim
Ne sehir ne deniz kokan gemiler
Bir yagmur bilirim bir de kaldirim

Nedense aldanmis bir gece annem
Bir kadin gömlegi giydirmis bana
Iste vuramadi gökler bana gem
Dinmedi içimde kopan firtina
Nedense aldanmis ilk gece annem                                

Biri çikmis gibi bos bir mezardan
Ortalikta ölüm sessizligi var
Bana ne geldiyse geldi yukardan
Bana ne yaptiysa yapti bulutlar
Biri çikmis gibi bos bir mezardan

Iyi ki bilmiyor kalabaliklar
Yagmura bakmayi cam arkasindan
Insandan insana sükür ki fark var
Birine cennetse birine zindan
Iyi ki bilmiyor kalabaliklar

Yagmur duasina çiksaydik dostlar
Bulutlar yarilir gökler açardi
Simdi ne ihtimal ne de imkan var
Göge hükmetmekten kolay ne vardi
Yagmur duasina çiksaydik dostlar

Ben geldim geleli açmadi gökler
Ya ben bulutlari anlamiyorum
Ya bulutlar benden birsey bekler
Hayat bir ölümdür ask bir uçurum
Ben geldim geleli açmadi gökler

Sezai Karakoç

23 Temmuz 2007 Pazartesi

MEB'den yenilik: Dersler kayda alınacak

Milli Eğitim Bakanlığından yeni bir proje. Bakanlığın 2007-2008 eğitim öğretim yılında başlatacağı yeni bir projeyle ilk ve orta öğretim okullarındaki tüm dersler kamera ile görüntülenebilecek.    

Kamerayı öğretmen sınıfa koyacak ve o gün yapılan dersi kaydedecek. Ders bitiminde öğrenciler görüntü verilerini alarak, akşam eve gidince o gün içinde anlatılan dersi, görsel olarak tekrar edebilecek. Proje, ilk olarak bir ilde pilot olarak uygulanacak.

HABER 7 - 23 TEMMUZ 2007 PAZARTESİ

21 Temmuz 2007 Cumartesi

SAĞDUYU PARTİSİ AKP den Desteğini Geri Çekti

Sağduyu Partisinin resmi veb sitesinden şu açıklama yapıldı,

SAĞDUYU PARTİSİNDEN KAMUOYUNA AÇIKLAMA:

22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisini desteklemiyoruz.

2002 yılında, AKP’ye, inanç özgürlüğü ile ilgili hedefleri itibari ile şartlı destek vermiştik. Ancak, bu şartlı desteği geri çekiyoruz.

Mevcut AKP hükümetini, bünyesinde, yakın hissettiğimiz, dost bildiğimiz bazı şahsiyetleri barındırmasına rağmen, özellikle vaad ettikleri özgürlükler ile ilgili olarak, son beş yıl içerisinde somut bir gelişme kaydetmemeleri sebebiyle, yapılacak genel seçimlerde desteklemiyoruz.

Seçimlerden inanç özgürlüğü ve sağduyunun galip çıkması dileğiyle...

MKYK Üyesi

Nureddin Coşan

30 Mayıs 2007 Çarşamba

Çiller DYP'yi Kaptı

Mehmet Ağar'ın ekibi geç kalınca, Çiller'in ekibi Doğru Yol Partisi'ni kaptı. Çiller'in yakın kurmaylarından Turhan Güven olayı şöyle anlattı...

Seçimlere Demokrat Parti (DP) çatısı altında girebilmek için ismini değiştiren DYP'nin başına gelmeyen kalmadı. Önce DP adı, belediye işçisine kaptırıldı.

Sorun, Cemal Şen adlı işçinin geri adım atmasıyla çözüldü. Demokrat Parti eski Genel Başkanı Yaşar Aydın, eski Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Nevruz Sınacı ve Ağar'a karşı genel başkan adayı olan Hikmet Tekbudak'ın açtığı davalar ise sürüyor. DYP yönetimi önceki gün yeni bir sürprizle daha karşılaştı. Mehmet Ağar'ın ekibi elini yavaş tutunca Tansu Çiller'e yakınlığı ile bilinen "muhalif" isimler pazar günü kapanan DYP'yi yeniden kurdu. Anavatan Partisi ise tedbirini aldı. 2 Haziran'da DP'ye katılmak için kapanacak olan Anavatan Partisi'nin yöneticileri, iki ayrı parti kurarak isim hakkını kaptırmamaya çalışacak.

DP Genel Başkanı Mehmet Ağar'ı sıkıntıya sokan gelişme önceki gün yaşandı. Pazar günü DYP'nin ismini DP olarak değiştiren Ağar, bir gün sonra acı bir sürprizle karşılaştı. Çoğunluğu ilçe başkanı gibi teşkilat mensuplarından oluşan 32 isim İçişleri Bakanlığı'na başvurarak DYP'yi yeniden kurdu. Bu projeyi Tansu Çiller'e en yakın isimlerden biri olan eski grup başkan vekili Turhan Güven yürütüyor. Ağar'ı sert bir dille eleştiren Güven, "Baktık kapatıyorlar, biz de açtık. Mehmet Ağar, DYP adını beğenmedi, ortada bıraktı. Pazartesi Mehmet Bey'in ekibi de kurmak için gelmiş; ama geç kalmışlar." dedi.

Güven, milletvekili aday listelerinin açıklanacağı 4 Haziran'dan sonra DYP'ye büyük katılım olacağını iddia etti. Bu tarihten sonra kongreyi toplayarak DYP'yi canlandıracaklarını ifade eden Güven, "düz ova siyaseti"ne izin vermeyeceklerinin altını çizdi. Kulislerde, DYP'nin 22 Temmuz sonrası siyasete döneceği söylenen eski Başbakan Tansu Çiller'e hazırlık amacıyla kurulduğu öne sürülüyor. Güven, bu iddiaları kabul etmezken, "DYP kurulurken Tansu Hanım'la görüşülmedi. Ancak, kuranlar Çiller'i tanır ve sever." ifadelerini kullandı.

29 Mayıs 2007 Salı

Tuncay Özkan'ın Gerçek Yüzü

16 Mayıs 2007 Çarşamba

Neyi merak ediyorsanız, cevabı burada...

* Osman Özsoy                     yazaramesaj@gmail.com


Bugünlerde ülke gündemi ile ilgili neyi merak ediyorsanız, aşağıda sonuçlarına yer vereceğim araştırmada yanıtı bulabileceksiniz. Ama öncelikle, son günlerde haberlere sıkça konu olan çeşitli kamuoyu araştırmalarıyla ilgili bir noktanın altını çizmek gerekiyor.


Yapılan tüm araştırmalar, bugünün fotoğrafını veriyor. Yani 2 ay sonra bir vatandaş ortaya çıkıp, "İyi ama Mayıs ayındaki ankette durum böyle değildi" demesi gerçekçi değil. Aslında iyi bir araştırma ile bu konudaki farklılıklar da tespit edilebilir. Keşke fırsat olsa da aynı deneklerle bir daha görüşülebilse ve eğer varsa içlerinde parti tercihini değiştirenler veya bugünlerde kararsız iken sandık yaklaştığında kararını verenlerin bu yönelişlerinde nelerin etkili olduğu tespit edilebilse. Bence çok yararlı olurdu. Hatta bu seçmen reflekslerini tespit açısından bir bakıma ihtiyaç da...


Sizleri daha baştan sıkmamak için araştırmanın künyesine yazının sonudan yer vereceğim. Şimdi hemen, araştırmalarına oldukça güvendiğim GENAR Araştırma firmasının "Partiler 22 Temmuz Yarışına Nereden Başlıyor" başlıklı Türkiye Siyasi Gündem Araştırması'ndan derlediğim verilere geçelim.


Gül mü Baykal mı?


Cumhurbaşkanını halkın seçmesi durumunda, eğer ikinci tura Abdullah Gül ve Deniz Baykal kalırsa, Abdullah Gül, Baykal'ın %22'sine karşılık %51'lik destek alacak görünüyor. Bu duruma göre Baykal sadece sol seçmenlerden oy alırken, Abdullah Gül'ün merkez sağ partilerden de oy alacağı sonucu ortaya çıkıyor. Bu veriler aynı zamanda, cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde DYP ve Anavatan'ın Gül'e karşı takındığı tutumun kendi parti tabanlarında çok da onaylanmamış olabileceği gibi bir sonuca da götürmesi ihtimal dahilinde. Fikir beyan etmeyenleri saklı tutarsak, %23'lük bir kitlenin her iki isme de sıcak bakmadığı görülüyor.


Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşananlarla ilgili olarak, hükümetin, genelkurmay başkanlığının, CHP'nin, DYP'nin, ANAP'ın, üniversitelerin ve medyanın tavırları ile alakalı olarak Türk toplumu sayılanlardan hiç birinin tavrını olumlamamaktadır. Bu sonuçlar bize, Türk halkının gerilim istemediğini gösteriyor.


Solda lider arayışı...


Türk toplumuna göre birleşik solun liderliğinde sivrilen isim, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül. Baykal ve Sarıgül başa güreşiyorlar. Ancak Baykal'ın yıllardır CHP'nin lideri olduğu düşünüldüğünde, Sarıgül'ün onun yerine talip en güçlü aday olduğu sonucu ortaya çıkıyor.


Tablo şöyle: Deniz Baykal %13.9, Mustafa Sarıgül %13.3, Ahmet Necdet Sezer %10.7, Zeki Sezer %7.7, Hikmet Çetin %4.9, Erdal İnönü %3.2.


İlginç olan veri ise, toplumun yaklaşık yarısının (%45'inin) solda ne olup bittiği ile hiç ilgilenmediğini söylemesi.


Öncelikli sorun...


Türk toplumunun birincil sorunu: İşsizlik.


Türk toplumunun %40'ının temel gündemi işsizlik iken, yüzde 19'u ise ekonomi diye cevap vermiş. Bu durumda toplamda yaklaşık %60'lık bir kesim Türkiye'nin öncelikli sorunu olarak ekonomiyi görmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, halkın gündemi ile toplum mühendislerinin gündemi arasında büyük farklar var. Sizler son 1 aydır gündem belirleyen kişi veya kurumların ülkenin bu temel sorununa iilişkin yeni bir yaklaşım veya çözüm önerisi getirdiğini hiç duydunuz mu?


Yolsuzluklar, eğitim, demokrasi, rejim tehlikesi, cumhurbaşkanlığı gibi konular da Türk toplumu açısından sorun olarak görülmekle beraber, ikincil sorunlar olarak değerlendirilmektedir.


Bugünkü tablo 2 partili Meclis'i işaret ediyor?


22 Temmuz 2007'de yapılacak olan Milletvekilliği Genel Seçim yarışına partiler bu hafta itibariyle şu oy oranlarıyla başlamış durumdalar:


AK Parti %43.9, CHP-DSP %21.5, DYP-ANAP (DP): %9.0, MHP: %7.3, GENÇ PARTİ:%6.7, DTP:%6.1, SAADET PARTİSİ:%1.8, DİĞER:%3.8


AK Parti seçim yarışında bugün itibariyle önde görünüyor. 2 ayı aşkın bir kampanya sürecinde bu tabloda elbette değişmeler olacaktır.


Ancak, DTP'nin bağımsız adaylarla seçime gireceğini dikkate alındığında parlamento (muhtemel ki en az) 3 partili olacaktır. Diğer taraftan DP'nin %10'u aşma potansiyeli taşıdığı görülmektedir. MHP ve Genç Parti, barajı zorlayan bir trend içindedirler. Seçim sürecinde atacakları stratejik adımlar barajla olan ilişkilerini belirleyecektir.


Kararsızlar iki partide toplanıyor?


Kendilerine en yakın gördükleri parti sorulduğunda yaklaşık %15'lik kararsız kitlenin yarıdan fazlası yine kararsız durumda kalıyor. Diğerlerinin ağırlıklı olarak AK Parti ve CHP'ye kaydığı görülüyor.


Tatilde kim gider sandığa?


22 temmuzda sandığa gitmeyeceğini söyleyenlerin oranı sadece %6. %17.7'lik bir kitle ise seçim nedeniyle tatilini bozmayı düşünmüyor. Doğrusu bu büyük bir rakam. Tatile rağmen sandığa gideceğini söyleyenlerde AKP seçmenleri 1., DYP-Anavatan seçmenleri 2. sırada.


Vatandaş rejim tehlikede söylemini benimsemiyor. Ancak, bir kısım tereddütleri de yok değil. %54 rejim tehlikede değildir derken, %38 rejim tehlikede cevaı veriyor. Deneklerin %8'i ise bu konuda fikir sahibi değil.


Türkiye'nin öncelikli sorunlarının sorgulandığı soruda, rejimin tehlikede olduğunu söyleyenler %4 iken, hatırlamalı soruda bu oran %38'e yükselmektedir. Bu veriler, bu anlamda yapılan propagandanın seçmen nezdinde karşılığının oluştuğunu göstermektedir.


www.genar.com.tr adresinden araştırmanın detaylı sonuçlarına ve künyesine ulaşabilirsiniz.

Dini cemaatler kime oy verecek?

Ruşen Çakır'dan, 22 Temmuz seçimlerinde cemaat oylarının ne yönde kullanılacağına dair ipuçları

Dini cemaatler ve seçimler

Dini cemaatlerin çoğunun siyasi parti tercihlerinde şu noktalar öne çıkıyor:

1) Aslında cemaatler, siyasi partilerin din işlerine fazla girmesinden hoşlanmaz, o alanın kendi tekellerinde kalmasını isterler;

Grubun bu seçimlerdeki tercihini, Yeni Asya'nın sahibi Mehmet Kutlular'a sordum, "Tabii ki Demokrat Parti'yi destekliyoruz. Çünkü demokrat misyonu o sürdürüyor" cevabını verdi. Kutlular, AKP dahil diğer partilerin hiçbirinin "gerçek manada demokrat" olduğuna inanmıyor.

Bir diğer istisna da Süleymancılar. Kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan'ın ölümüyle cemaatin başına geçen damadı Kemal Kacar yıllarca merkez sağ partilerden milletvekili seçildi. Onun ölümüyle yerini alan Tunahan'ın torunu Ahmet Denizolgun da RP'den Meclis'e girdi, ardından ANAP'a yönetici oldu. Şimdi Süleymancılar, liderleriyle birlikte DP'yi destekliyorlar.

Fakat bu grup 1990'lardan itibaren sürekli bölündü, küçüldü, eski gücünü kaybetti. Öyle ki cemaat liderinin kardeşi Beyazıt Denizolgun AKP'ye kurucu oldu ve İstanbul'dan milletvekili seçildi.

Tarikatların durumu
1990 ve 2000'li yıllarda Nakşibendilik, Kadirilik gibi tarikatlar modernleşmeye çalıştı, dışa açıldı, şirketleşti ama günün gereklerine göre yönetilmedikleri için büyük ölçüde etkilerini kaybettiler. Bunun en çarpıcı örneği, bir zamanlar MSP'nin kurulmasına ön ayak olan, bürokrasiye nice kadro yetiştiren Nakşiliğin İskender Paşa koludur. Prof. Mahmut Esat Coşan'ın ölümüyle bu tarikat silindi gitti.

harfiyen yerine getirildiği yapılar değildir. Bu nedenle her müridin, mürşidinin işaret ettiği parti ya da adaya oyunu vereceği kesin değildir. Zaten mürşidin müridleriyle ilişkisi giderek medya vb. dolayımıyla kurulduğu ve eğer varsa bu tür pazarlıkları yabancıların da haberdar olabileceği şekilde duyurmak abes kaçacağı için, işaretin yaygınlaştırılabilmesi de zordur.

Gülen'in tercihi
Bu seçimlerde en önemli odaklardan biri kuşkusuz Fethullah Gülen cemaati olacak. Normal olarak Gülen tüm yumurtalarını aynı sepete koymaz, tüm sağ partilerle, hatta Ecevit dönemi DSP'si ile iyi ilişkiler kurmayı tercih ederdi. Fakat 27 Nisan kriziyle birlikte cemaatin yayın organları açık bir şekilde AKP taraftarlığı yapıyor, ANAP-DYP birleşmesiyle doğan DP'yi sert bir şekilde eleştiriyorlar.

Aslında Gülen ile Erdoğan'ın yıldızları RP döneminden beri tam olarak barışmamış, taraflar birbirlerine hep kuşkuyla bakmışlardı. Fakat son dönemde "ordu mağduru" olma ortak paydasında birleşmiş gözüküyorlar. Bunda AKP'nin, Abdullah Gül gibi cemaatin sıcak baktığı bir ismi aday göstermesi de etkili oldu. Öte yandan cemaatin, devlet, özellikle Emniyet içindeki kadrolarını muhafaza etmek için AKP'yi desteklediği de ileri sürülüyor.

Ruşen Çakır/Vatan

11 Mayıs 2007 Cuma

'Çağdaş Yaşam' okullara müstehcen kitap gönderdiğini itiraf etti

'Çağdaş Yaşam' okullara müstehcen kitap gönderdiğini itiraf etti
 
 
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), ilköğretim öğrencilerine dağıttığı hikaye kitaplarının 'pornografik' öğeler içerdiğini itiraf etti. ÇYDD'den kitapların dağıtıldığı okullara "ivedi düzeltme" başlığı ile gönderilen yazıda kitapların bazılarının 'yetişkinler' için olduğu belirtildi.
 

Söz konusu kitapların çocuk hikâyelerinin arasına yanlışlıkla girdiği iddia edildi. Derneğin kitap projeleri sorumlusu Gülsüm Kaya, pornografik ifadeler içeren kitapların hangi okullara gittiğini tespit edemediklerini anlattı. Kaya, "Kitaplar 23 Nisan'a yetişsin diye acele ettik. Çıkan haberlerden sonra durumun ciddiyetinin farkına vardık. Okullardan da bize çok sayıda yazı geldi." dedi.

Vakit Gazetesi önceki gün 'Ahlâksız kitaplar toplatılsın' başlığıyla yayınladığı haberde, başkanlığını YÖK eski üyesi Türkan Saylan'ın yaptığı ÇYDD'nin ilköğretim öğrencilerine dağıttığı kitapta pornografik ifadelerin yer aldığını duyurmuştu. Can Yayınları'ndan çıkan ve üzerinde "ÇYDD'nin Atatürk çocuklarına armağanıdır" notunu taşıyan kitaplardaki bazı hikayelerin, müstehcen ifadeler içerdiği tespit edilmişti. Haber üzerine bir açıklama yapan ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan, haberleri 'iftira' olarak nitelemişti. Ancak kamuoyundan gelen büyük tepki üzerine ÇYDD'den kitapların dağıtıldığı okullara gönderilen 07.05.2007 tarihli yazıda müstehcen kitapların ayrılması istendi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Kitap Projeleri Sorumlusu Gülsüm Kaya imzalı 'İvedi düzeltme' başlıklı yazı şöyle: "Can Yayınları'nın 25. yılını kutlama etkinlikleri çerçevesinde ihtiyaç sahibi okullara göndermemiz için derneğimize bağışladığı 100 bin kitaptan çocuk kitaplarının ayrılması ve kolilenmesi sırasında aralarına yanlışlıkla yetişkin kitapları karışmış ve yanlış kaşelenmiştir. Yolladığımız kitaplardan aşağıdaki listede bulunanların dışındakiler yetişkinler için yayınlanmış kitaplardır."

ÇYDD'nin gönderdiği çocuk kitapları listesinde Şebnem İşigüzel'in yazdığı pornografik figürler içeren "Öykümü Kim Anlatacak?" adlı kitap yer almıyor. Müstehcen içerikli kitapların üzerindeki "ÇYDD'nin Atatürk çocuklarına armağanıdır" kaşesinin iptal edilmesi de vurgulanırken, söz konusu yayınların öğretmenlerin kullanımına sunulması isteniyor. Gülsüm Kaya, toplam 202 okula kitap gönderdiklerini söyledi. Pornografik ifadeler içeren kitapların hangi okullara gittiğini tespit edemedikleri için tüm okullara düzeltme yazısı göndererek yaptıkları hatayı tamir etmeye çalıştıklarını savunan Kaya, okullardan kendilerine çok sayıda yazı geldiğini açıkladı.

İlköğretim öğrencilerine dağıtılan kitaptan bir bölüm

ÇYDD'nin ilköğretim öğrencilerine dağıttığı kitapları Şebnem İşigüzel kaleme aldı. Şebnem İşigüzel'in yazdığı "Öykümü Kim Anlatacak?" adlı kitapta 8 tane hikaye yer alıyor. Hikayelerden biri 'Işık Hızındaki Spermler' adını taşıyor. 'Geri Kalan Yaşamının Tüm Perşembeleri' adlı hikayede ise bir fahişenin yaşamı anlatılıyor. Hikayede geçen ifadeler en ağır porno sözcükleri bile hafif bırakıyor: "Evet, dedim Bıyığa. Çellocu kızı d... isterim." "Keşke karılar ölmemiş olsa, bir de biz g...", "Giyinirken Çellocu Kız, 'İlk kez sünnetli bir p... görüyorum' diyor. Hikaye kitabında Müslümanlar, Hıristiyan kentini ele geçirip Hıristiyanları kireç kuyularına atan insanlar olarak gösterilirken, diğer bir hikayede de küçük bir çocuğun annesiyle enseste varan ilişkisi anlatılıyor.

28 Şubatçılar DYP'yi işgal ediyor

Çiller'den kurmaylarına: 28 Şubatçılar DYP'yi işgal ediyor
 
Anavatan-DYP birleşmesine Tansu Çiller'in soğuk baktığı ortaya çıktı. 3 Kasım sonrası aktif siyaseti bırakan Çiller, "geri dön" çağrılarına karşılık vermedi.

Çiller, DP listesinden seçimlere girme teklifini de reddetti. Ancak seçim sonrası için açık kapı bıraktığı ve gelişmelere göre hareket edeceği belirtiliyor. Çiller'le kısa bir süre önce görüşen bir DYP'li, "Mesut Yılmaz'ın, Hüsamettin Özkan'ın girişi 28 Şubat'ın DYP'yi işgal hareketidir. Bu işgal geçicidir ve zamanı gelince gereken yapılacaktır." dedi.

3 Kasım'da tasfiye olan isimler DP'ye yöneldi. Yılmaz'ın Rize'den aday olması kesinleşince gözler DYP'nin eski genel başkanı Çiller'e çevrildi. DYP içinde halen ağırlığı olan Çiller'in milletvekili adaylığı teklifi aldığı öğrenildi. Geçtiğimiz günlerde Çiller'i İstanbul'daki evinde bir grup DYP'li ziyaret etti. Çiller'e istediği yerden aday olabileceği söylendi. Çiller'in bu öneriyi, "Şimdilik siyasete girmiyorum." diyerek reddettiği kaydedildi. Çiller'in yakınlarından eski DYP Grup Başkan Vekili Turhan Güven, bu teklifi doğruladı. Çiller'in birleşme hareketiyle ilgisi olmadığının altını çizen Güven, "DP'nin başarılı olması zor. Baraj sorunları var. Teşkilatlarda yaşananlar ortada. Bunların görüntüsü 'Yeter söz devletindir' şeklinde." dedi.
 
Ömer Şahin, Ankara
 

8 Mayıs 2007 Salı

Sözde Atatürkçü ama özde İsrail’ci!


Sözde Atatürkçü ama özde İsrail’ci! İşte AKP’nin oyları yüzde 50’yi bulduysa, bu memleket kayboldu demektir" diyen ve "Atatürk'ü görmekle" övünen Borusan Holding’in kurucusu'nun gerçek yüzü


Asım Kocabıyık’ın, kökü dışarıda örgütlerden Rotary kulübüne üye olduğu ortaya çıktı. Asım Kocabıyık tarafından yaptırılan Borusan Asım Kocabıyık Anadolu Teknik Lisesi’nin giriş kapısı ve bahçesinin demir parmaklıklarını masonların ve İsrail'in devlet sembolü olan “Yedi Kollu Şamdan” ile çevirmesi de dikkat çekiyor.
Büyükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkililerinin, Borusan Asım Kocabıyık Anadolu Teknik Lisesi’nde “Yedi Kollu Şamdan” kullanılmasına yönelik soruşturma başlattıkları öğrenildi. Borusan Asım Kocabıyık Anadolu Teknik Lisesi Okul Müdürü Mustafa Yıldırım, okulun Borusan Holding sahibi Asım Kocabıyık tarafından yapıldığını söyledi ve memur olduğu için okulun yapısı ve Yedi Kollu Şamdan’ın kullanılması hakkında konuşamayacağını söyledi.

Borusan Holding’in sahibi Asım Kocabıyık da, okul yapımında Yedi Kollu Şamdan’ı neden tercih ettiğini açıklayamadı. Kocabıyık'ın Sekreteri Hande Acar, Asım Kocabıyık’ın asistanı ve Borusan Asım Kocabıyık Anadolu Teknik Lisesi Vakıf Müdürü Nihal Alptekin’e sorularımızı aktaracağını ve gazetemize dönüleceğini söyledi ve “Nihal Hanım mutlaka sizi arayacak” dedi. Buna rağmen gazetemize dönüş olmadı ve konuşmaktan kaçındılar.
(Vakit)

MİT’in misyonerlik raporundaki şok isimler

Milli İstihbarat Teşkilatı'nın Türkiye'deki misyonerlik faaliyetlerini anlattığı yazıda, Profesör Türkan Saylan'ın da adı geçiyor. Yazıya göre, Türkiye'deki bazı Amerikan okullarının kurucusu olan Amerikan Bord Heyeti, bu faaliyetini SEV vakfı eliyle yürütüyor.

 

"Kuruluşumuzdan beri Atatürk ilke ve devrimlerini korumayı ve çağdaş eğitim yoluyla çağdaş insana ve topluma ulaşabilme ilkesini kendimize misyon belirledik. Amblemimizde Mustafa Kemal Atatürk'ün yüzünün arkasında bir genç kızın ve bir genç erkeğin hatları vardır. Ve bir yanında bütün toplumun bir ok ucuyla ileriye gidişi simgelenir."Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Profesör Türkan Saylan, başında bulunduğu derneği, "Güneş Umuttan Şimdi Doğar" kitabında işte bu sözlerle anlatıyor. Ama, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın bir süre önce Başbakanlığa sunduğu ve Türkiye'deki misyonerlik faaliyetlerini anlatan bir raporda, Türkan Saylan'ın ismi ve başında bulunduğu dernek de yer alıyor.

Ülkemizde bir süredir misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaştığı tartışılıyordu. Geçtiğimiz ay, başında Sinan Aygün'ün bulunduğu Ankara Ticaret Odası bir "misyonerlik raporu" yayımladı. Rapora göre, görünüşte Hıristiyanlığı yayma amaçlı görülen misyonerlik faaliyetiyle, Türkiye'de etnik ayrımcılık ve dini ayrımcılık körüklenmekteydi. Rapor, "Asıl hedef devletin üniter yapısıdır" demekteydi. Misyonerlik faaliyetlerinin Ankara'da yolaçtığı rahatsızlık, yakın zamana kadar Başbakanlık Müsteşarı olarak görev yapmış olan Ahmet Şağar'ın bu konudaki demeçleriyle sürdü, misyonerlik yapan yabancı kuruluşlar hakkında yayınlar yapıldı.

Ancak Aksiyon'un ele geçirdiği bir belge, halen sürmekte olan misyonerlik tartışmasına yepyeni bir boyut getiriyor. Milli İstihbarat Teşkilatı İstihbarat Başkanı Cemal Uzgören imzasıyla 24 Nisan 2001 tarihinde Başbakanlığa gönderilen iki sayfalık yazıda, sürpriz isimler yer alıyor.

MİT'in yazısına göre, Hıristiyanlığın bir kolu olan Protestanlığın Türkiye'de yayılması için faaliyet gösteren Dünya Kiliseler Birliği'nin ülkemizdeki temsilcisi durumundaki Amerikan Bord Heyeti, bu faaliyetini Sağlık ve Eğitim Vakfı eliyle yürütüyor. Yazıda Amerikan Bord adına Türkiye'de faaliyet yaptığı belirtilen Sağlık ve Eğitim Vakfı'nın mütevelli heyetinin başında ise Gülseven Yaşer'in kocası Yaşar Yaşer bulunuyor.

Yazıda, doğrudan Amerikan Bord ile bir ilişkisi olup olmadığı belirtilmemekle birlikte Profesör Türkan Saylan'a ve onun başında bulunduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne de genişçe yer veriliyor. MİT'in yazısında Profesör Türkan Saylan'ın annesi Lili Mina Raiman'ın aslen Hıristiyan olduğu, 1936'da Leyla ismini aldığı belirtiliyor. İşte büyük tartışmalara yol açacak olan MİT'in iki sayfalık raporu:

"Dünya Kiliseler Birliği temsilcisi olarak 1830'lu yıllardan beri ülkemizde faaliyet gösteren Amerikan Bord Heyeti'nin, Protestan mezhebini benimseyen bir kuruluş olduğu, din eğitimi ve sağlık hizmetleri konularında faaliyet gösterdiği, bünyesindeki Protestan kilisesi ve Kitab—ı Mukaddes (Bible House) şirketi aracılığıyla Protestanlığın yayılması için uğraş verdiği öğrenilmiştir.

Üsküdar Amerikan Lisesi, Üsküdar SEV İlköğretim Okulu, İzmir Amerikan Lisesi, İzmir SEV İlkoğretim Okulu, Tarsus Amerikan Lisesi, Tarsus SEV İlköğretim Okulu, Gaziantep Amerikan Hastanesi ile bağlantısı bulunan Amerikan Bord Heyeti'nin sağladığı eğitim hizmetlerinden dolayı Milli Eğitim Bakanlığı'na, sağlık hizmetlerinden dolayı Sağlık Bakanlığı'na, dini çalışmalarından dolayı ise Diyanet İşleri Başkanlığı'na karşı sorumlu olduğu tespit edilmiştir.

Ayrıca faaliyetlerini yabancı müessese sıfatıyla yürüten ve son yıllarda yeni mülk edinmeyen Amerikan Bord Heyeti'nin tasarrufu altındaki mülklerini de Sağlık ve Eğitim Vakfı'na (SEV) devrettiği ve halihazırda faaliyetlerini SEV aracılığıyla yürüttüğü intikal eden bilgilerdendir. Öte yandan Amerikan Bord Heyeti'ne bağlı olarak faaliyet gösteren Kitab—ı Mukaddes şirketinin yöneticisi olan Süryani Asıllı Emanuel Bağdaş'ın, Türkiye Ermenileri Patriği Metrof Mutafyan ile Fener Rum Patriği Bartholomeos Arhondonis'in Haziran 2000 ayı içinde yaptıkları görüşmede vardıkları mutabakat gereği, 17 Ağustos 1999 yılı Marmara depremi ardından ortaya çıkan Kiliseler arası deprem yardım komisyonu başkanlığı yaptığı öğrenilmiştir.

Amerikan Bord heyeti ile aynı adreste faaliyet gösteren Sağlık Eğitim Vakfı'nın ise ülkemizde sağlık, eğitim, kültür kurum ve kuruluşlarına yardım amacıyla 1968 yılında kurulduğu, vakfın üye sayısının yaklaşık 12 bini bulduğu, üyelerinin Amerikan Bord heyeti ve SEV'e bağlı okullardan mezun olan şahıslardan oluştuğu, 1999 yılı itibariyle 15 trilyon TL'yi bulan malvarlığına sahip olduğu yönünde duyumlar alınmıştır.

Başkanlığını Gülseven Yaşer'in yaptığı Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) ile Amerikan Bord Heyeti ve SEV koordinasyon içerisinde olup, ÇEV deprem bölgesinde eğitim ve öğretim evi projesi hazırlayarak Amerikan Bord'dan yardım talebinde bulunmuştur. ÇEV, ayrıca üç bine yakın öğrenciye burs vermektedir.

Başkanlığını Profesör Türkan Saylan'ın yaptığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği hakkında, Atatürk İlke ve İnkılaplarını kalkan olarak kullanıp, bir çok kişi ve kuruluştan yardım adı altında para topladığı, ilgili bakanlıklardan izin almaksızın yurtdışından yardım aldığı, hiç bir yasal dayanağı olmadan kamuoyuna kendisini sivil toplum kuruluşları birliği olarak tanıtan çeşitli dernek ve vakıflarla işbirliği içerisinde oldukları yönünde yapılan ihbarlar sonucu denetime tabi tutulmuş ve Dernekler Kanunu 62 ve 85/2 maddesine muhalefetten 5 Şubat 2001 tarihinde Maltepe Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusu yapılmıştır.

Profesör Türkan Saylan hakkında yapılan incelemede annesinin Raber Ragman ve Mina Verlig kızı, 1324 (1908) Bermingen İngiltere doğumlu ve Katolik Hıristiyan olduğu, Lili Mina Raiman ismini taşımakta iken 1936 yılında Leyla ismini aldığı hususları tespit edilmiştir.

Merkezi İsviçre Cenevre'de bulunan Dünya Kiliseler Birliği'nin kurulması ilk defa Birinci Dünya Savaşı sonrasında 1920 yılında Fener Rum Patrikhanesi tarafından gündeme getirilmiş ve 22 Ağustos 1948 tarihinde Katolik kiliseleri haricinde 44 ülkeden 147 kilisenin katılımıyla kurulmuştur. Tüzüğündeki amaçları:

Dinî diyalog aracılığıyla kiliseler ve insanlar arasında yakın ilişkiler geliştirmek,
İnsanların sahip olduğu maddi ve manevi kaynakların paylaşımını sağlamak,
Her yerde ve ortamda İncil'in öğretisi doğrultusunda çalışmalar yapmak,
İnsanlar arasında adalet, dayanışma ve barışı sağlamak,
Kiliselerin insan ihtiyacını karşılamak,
Ekümenik bilincini geliştirmek,
Birlik ve beraberlik için gelişme ve yenilenmeyi sağlamak,
Diğer ekonomik organizasyonlar ile bağlantı sağlamak,
Yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde ekümenik hareketleri desteklemek yönünde belirlenmiştir."

MİT'in yazısı hakkında görüşlerine başvurduğumuz Profesör Türkan Saylan , "Bahsedilen olay adaletin önünde bir konu. Bir görüş vermiyorum. İleride kitaplarımda bu konuyu anlatacağım" diyor. MİT'in yazısında Saylan'ın annesi için sadece ismini "Leyla" olarak değiştirdiği yer alırken, Saylan hayatını anlattığı "Güneş Umuttan Şimdi Doğar" kitabında annesinin Müslüman olduğunu şöyle anlatıyor: "Annem bana hamile kalınca Müslüman oluyor. İngilizcesinden Kur'an'ı okuyor. İyi bir Türk gelini olabilmenin tüm koşullarını yaratmaya çalışıyor. Örneğin oruç tutardı. Biz hiçbirimiz evde oruç tutmazken o tutardı."

MİT'in yazısında yer verilen Çağdaş Eğitim Vakfı'nın yöneticilerinden Bike Karaduman ise Aksiyon'a, "Söylediklerinize inanamıyorum, şoke oldum. Hiçbir şekilde ve asla misyonerlik faaliyeti yapmadık. Kesinlikle öyle şeylerle ilgimiz yok" değerlendirmesini yaptı. Sağlık Eğitim Vakfı'nın görevlilerinden Belkıs Aktürk ise Aksiyon'a şu açıklamayı gönderdi:

"Amerikan Bord Heyeti, Türkiye'de malvarlığını dinî kökenli olmayan, mezunları tarafından kurulmuş laik bir vakıf olan Sağlık ve Eğitim Vakfı(SEV)'na devretmiştir. Bu, dünyadaki ilk ve tek örnektir. Dolayısıyla Sağlık ve Eğitim Vakfı'nın Amerikan Bord Heyeti ve bağlı olduğu merkezle olan bağı eğitim ve sağlık hizmetleri ile sınırlıdır. Cumhuriyet öncesi dönemde anaokulundan üniversite düzeyine ve meslek okullarına kadar pek çok eğitim kurumunun yanı sıra çeşitli yetimhaneleri, hastaneleri ve yayınevi de bulunan Amerikan Bord Heyeti cumhuriyetin kurulmasından sonra da Türk halkına kaliteli eğitim ve sağlık hizmeti götürmeyi amaçlamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı'nın müfredatına uygun bir program takip eden okullarımızın temel amacı Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı gençler yetiştirmektir.
aksiyon
 
 

5 Mayıs 2007 Cumartesi

Kandoğan: Ağar'ın fikri bir gecede değişti


Köşk seçimlerinde 'Meclis'i boykot' kararına uymadığı için DYP'den ihraç edilen Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, ilginç açıklamalarda bulundu.
Parti yönetiminin, savunmasını bile almadığına dikkat çeken Kandoğan, Ağar'ın bunu seçim meydanlarında halka anlatamayacağını savundu. Denizli Bağımsız Milletvekili, Referans'a verdiği mülakatta ise karar sürecindeki çelişkilere temas etti. Nihai kararın alındığı Genel İdare Kurulu (GİK) toplantısında Genel Başkan Mehmet Ağar dahil herkesin oylamaya katılma yönünde görüş belirttiğini kaydeden Kandoğan, ancak Ağar'ın bir gecede fikir değiştirdiğini söyledi. DYP liderinin oylamadan önce, "Bize göre 184 yeterlidir, bu iş Meclis'te başlayıp Meclis'te bitsin." dediğine işaret eden Kandoğan, şöyle konuştu: "Ama en son sayın genel başkan şunu söyledi: 'AK Parti benim siyasi hasmım. Ben siyasi hasmıma cumhurbaşkanı seçtiremem.' Sayın Ağar'ın cümleleri aynen böyledir. Ayrıca genel başkan ilk defa elinde bir yazılı metinle oraya çıktı. Şu ana kadar genel başkan hiçbir basın toplantısında bir metin okumamıştır. İlk defa o gün elinde bir metin vardı. O metni kim hazırladı, nasıl hazırladı onu bilmiyorum."
Ümmet Kandoğan, cumhurbaşkanlığı seçimine katılmakla kalmayıp kürsüden DYP yönetimini eleştirince beklemediği bir muameleyle karşılaştı. Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmanın hemen ardından Kandoğan'ın parti odasındaki tüm eşyaları apar topar toplanarak Meclis'teki odasına gönderildi. Kendisine tahsis edilen araç aynı gün altından alındı. Kandoğan, o günden bu yana Meclis'e dolmuşla gidip geliyor. Yine aynı gün Genel Sekreter Kamil Turan imzasıyla, parlamento ilişkilerinden sorumlu genel başkan yardımcılığı görevine son verildi. Önceki gün ise DYP'den ihraç edildi.
27 Nisan'daki tarihî oylamanın ardından yaşananları anlatan Ümmet Kandoğan, DYP'nin kendisine yapılan hukuksuzluğu meydanlarda millete anlatamayacağını savundu. Parti tabanında Ağar'dan daha çok sevildiğini iddia eden Kandoğan, Elazığ'dan bile tebrik telefonları aldığını anlattı.
Ümmet Kandoğan, ortak hareket etme kararı almalarına rağmen, Ağar'ın, Anavatan Partisi lideri Erkan Mumcu'nun oylamaya dakikalar kala yaptığı basın toplantısında ne diyeceğinden emin olmadığını da ileri sürdü. Kandoğan, "Toplantıyı birlikte izledik. Ağar basın toplantısını dudaklarını ısırarak ve sigara üstüne sigara yakarak izledi. Mumcu uzatınca da 'Girmeyeceğini, haydi artık söyle' demeye başladı." bilgisini verdi.

Savunmamı bile almadan ihraç ettiler
Partiden ihracının tam bir hukuksuzluk örneği olduğunu söyleyen Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, savunmasının bile alınmadığına dikkati çekti. "Demokrasiyi savunan konuşmadan dolayı DYP'den ihraç edilmem, tam bir hukuksuzluktur. Bunu millete anlatamazlar." diyen Kandoğan, cumhurbaşkanlığı seçimi için pazar günü yapılacak ikinci oylamaya da katılacağını açıkladı: "Eğer katılmazsam kendimi inkâr etmiş olurum."
Selim Kuvel, Ankara

http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=536014

2 Mayıs 2007 Çarşamba

Şapka-Tavşan-Demokrasi

Cumhurbaşkanlığı görevini kim yürütecek?

Anayasa Mahkemesi kararının ardından şimdi yeni tartışma görevi 16 Mayıs'ta sona erecek olan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görevine devam edip etmeyeceği konusu... Bu durumda Sezer mi Cumhurbaşkanlığı'na vekalet edecek, Meclis Başkanı Bülent Arınç mı? Yoksa TBMM'nin en yaşlı üyesi Şükrü Elekdağ mı?

Görev süresi 16 Mayıs'ta dolacak olan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yerine yeni cumhurbaşkanı seçilememesi halinde bu görevin kimin tarafından yürütüleceği tartışma konusu oldu. Yaygın görüş TBMM'nin en yaşlı üyesinin bu göreve vekaletedeceği. Eğer bu görüş doğruluk kazanırsa TBMM'nin en yaşlı üyesi olarak İstanbul CHP millitvekili Şükrü Elekdağ (1924 doğumlu) Sezer'in görevi bırakmasından sonra yerine Elekdağ geçecek. Elekdağ yeni cumhurbaşkanı seçilene kadar bu göreve vekalet edecek.  
Tartışmaya katılan bazı hukukçular, 16 Mayıs'a kadar yeni cumhurbaşkanı seçilememesi halinde, Meclis Başkanının Cumhurbaşkanlığına vekalet edeceği görüşünü savunurken, bazı hukukçular da Cumhurbaşkanı Sezer'in görevine devam edeceğini belirttiler.

Anayasanın Cumhurbaşkanı seçimini düzenleyen 102. ve Cumhurbaşkanına vekillik etmeyi düzenleyen 106. maddelerinin birlikte değerlendirilmesi gerektiğini belirten TBMM'deki bazı hukukçular, şu görüşlere yer verdiler:

"Anayasanın 102. maddesindeki (seçilen yeni Cumhurbaşkanı, göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan cumhurbaşkanının görevi devam eder) hükmü, seçilen yeni cumhurbaşkanının göreve başlayıncaya kadar olan durumunu düzenliyor. Oysa, vekaleti düzenleyen 106. maddede, başka bir sebeple yenisi seçilinceye kadar TBMM Başkanının Cumhurbaşkanına vekalet etmesini düzenliyor. Bu iki madde birlikte değerlendirildiğinde, yeni cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar Meclis başkanının vekalet etmesini gerektiriyor."


ÖZDEN: "SEZER'İN GÖREVİ 16 MAYIS'TA BİTER"


Bugün NTV'de iki kez bu tartışmayı ortaya koyan Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin 16 Mayısta sona ereceğini söyledi. Özden, Anayasa'ya göre bu tarihten sonra Cumhurbaşkanlığına TBMM Başkanı'nın vekalet etmesi gerektiğini savundu. Özden, Anayasa'nın 102. maddesindeki "seçilen" ibaresinin seçilmiş cumhurbaşkanının göreve başlamasına kadar geçecek süre için mevcut cumhurbaşkanının görev süresinin devam edeceğini öngördüğünü kaydetti.


ATİLLA KART: "GÖREVİNE DEVAM EDER"


TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi ve CHP Konya Milletvekili Atilla Kart da cumhurbaşkanı seçim sürecinin Anayasa'nın 102. maddesinde açık bir şekilde düzenlendiğini, bu maddenin son fıkrasında da çok açık bir şekilde yeni cumhurbaşkanı seçilinceye kadar mevcut cumhurbaşkanının görevine devam edeceğinin belirtildiğini ifade etti.


SAMİ SELÇUK: "TBMM BAŞKANI VEKALET ETMEZ"


Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk ise "Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılamazsa eski Cumhurbaşkanı göreve devam eder. Cumhurbaşkanı seçiminin yapılamaması boşalma sayılmaz. O yüzden TBMM Başkanı vekalet etmez" dedi.


PROF. EROĞUL: "VEKALET, BOŞALMADA SÖZ KONUSU"


Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi, Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Cem Eroğul ise "Anayasa'da besbelli, yazılmış. Anayasa'ya 1961 Anayasası'ndan farklılıklar getirdiler. 1961 Anayasası'na göre Cumhurbaşkanı ayrılınca Senato başkanı vekalet ederdi. Bu sürecin uzadığını gördüler ve 1924 Anayasası'na geri dönerek, 'eski Cumhurbaşkanı devam eder' dediler. Bana göre de eski Cumhurbaşkanı göreve devam eder. TBMM Başkanı'nın vekalet etmesi için ölüm, çekilme gibi boşalmaya yol açabilecek sebep olacak" diye konuştu.


PROF. TURHAN: "ZORLAMA BİR YORUM"


Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Turhan da "Cumhurbaşkanı seçilememesi halinde Ahmet Necdet Sezer devam eder. Devam etmeyeceğini söylemek tamamen zorlama bir yorum olur" dedi.


http://www.hurriyet.com.tr/gundem/6441783_p.asp


Baykal bu çıkışında haklı mı?

hurriyet.com.tr

Hurriyet.com.tr okurları CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın,
"Eğer Anayasa Mahkemesi 367'ye gerek yok kararı alırsa bu
Türkiye'yi çok tehlikeli bir noktaya götürecektir" sözlerini doğru bulmadı.

Yüzde 32,3 doğru derken,
yanlış diyenlerin oranı yüzde 64,8.
Anketimize toplam 1064317 bin oy kullanıldı.

İŞTE SONUÇLAR
 

Uyandırma Zili...

Taha Kıvanç

Bir dostumun yönelttiği, 'Uyuyan güzeller uyandı, farkında mısın?' sorusuyla magazin güzellerinden söz ettiğini sandım, 'Hangisi, neden uyandı?' karşı cevabıma etraftan gülenler oldu. Meğer istihbarat dünyasındaki anlamıyla kullanıyormuş 'uyuyan güzel' deyimini; yıllar ve yıllar boyu sessiz-sâkin duran birileri, düğmeye basılınca derhal harekete geçip kendilerinden bekleneni yerine getirirler ya, onu kast ediyormuş…
Bizim dost, 'uyuyan güzellerin uyandığı' kanaatine, medyada 'demokrat' görüntüsü ardında kendilerini gizleyen birilerinin şu anda yazıp söylediklerine bakarak varmış… 'Geceyarısı açıklaması uyandırma zili yerine geçti' dedi dostum…
Benim yaşım kadar gazetecilik deneyimi bulunan meslektaşlar var, uykularına dikkat etmeleri gerektiği için nâdiren ekranlarda görünürler… Genelkurmay açıklaması gecesi ve tâkip eden gün boyu hiçbir teklife 'Hayır' demeden kanalları dolaşarak 'Bu bir muhtıradır' mesajını iletme çabasına girdiler… İktidar partisi kışkırtmış açıklamayı, şimdi de gereğini yerine getirip cumhurbaşkanı seçme sürecini durdurmalıymış…
Müthiş bir akıl yürütme, değil mi?
Bir zamanlar avukatlar 'O da mini etek giymeseydi' gerekçesi ardına saklanırlardı ırza geçme sanığını savunmaları gerektiğinde; sonraları bu tür 'tahrik' hafifletme sebebi olmaktan çıkarıldı. Kim 'O da tahrik etmeseydi' diye ağzını açsa 'Ne kadar gericisin' tepkisini almaktan kurtulamaz…
E, peki, siyasette aynı gerekçe nasıl kullanılabiliyor?
İktidar partisi cumhurbaşkanlığı seçiminde ne yapmış da yaptığını 'kışkırtıcı' buluyorlar? Aday gösterirken uzlaşma aramamış… İyi de, sayısız kamuoyu yoklamasıyla her kesimin nabzını tutmak, parti örgütü ve grubuyla istişare yapmak, halkla buluşup dediklerine kulak vermek… Bugüne kadar hiçbir cumhurbaşkanı adayı belirlenirken başvurulmamış yaygınlıktaki arayış en doğru kişiyi bulma amaçlı bir gayret sayılmaz mı? Bundan bir adım ötesi, CHP lideri Deniz Baykal'a, 'Halk seçtirecek sayıda milletvekilini bize verdi, ama kimin cumhurbaşkanı olmasına sen karar ver' demektir… Hangi siyasî parti böyle bir davranışta bulunabilir?
Geçmişte, Süleyman Demirel yüzde 27 oyu bulunan DYP'nin genel başkanıydı, cumhurbaşkanı olmak istedi; partisinin oyu yetmediği için ortağı SHP'nin lideri Erdal İnönü'ye danışmak zorunda kaldı. Ak Parti o durumda değil ki, neden Deniz Baykal'ın onay vereceği bir kişiyi aday olarak belirlesin?
ANAP ve DYP'yle görüşüldüğünü ise biliyoruz. Görüşme sonrasında, ANAP lideri Erkan Mumcu cumhurbaşkanını halka seçtirme ve beş yıllık iki dönem haline getirme karşı-teklifini seslendirdi, aday konusunda görüş açıklamadı. DYP lideri Mehmet Ağar ise 'Siz bilirsiniz' demekle yetindi.
Erkan Mumcu'nun şimdiki tavrını bazıları hiç mi hiç anlamıyorlar… Kimi dostlar, kulaklarına öyle çalınmış, 'Muhtıra çalışmalarından haberdardı' görüşündeler… Tanıdığı gazetecilere telefon edip demokrasi dışı gelişmelerle bir irtibatı olmadığını söylüyormuş… Önlerine çıktığı her medya topluluğundan ilk olarak 'Genelkurmay Başkanlığının yaptığı açıklamadan daha önce bilginiz var mıydı?' sorusunun kendisine yöneltilmesi, görüyorum ki, asabını bozuyor Erkan Mumcu'nun… Partisi tabanından ulaşan tepkiler de asap bozukluğuna iyi gelmiyordur…
Galiba Erkan Mumcu'nun esas sorunu hislerini siyasî sürece fazlaca karıştırması… Az bir süre içlerinde kaldığı Ak Parti'yi hafife alıyor, lider konumundaki Ak Partilileri kendisiyle mukayese edip küçümsüyor; muhtemelen, halktan gördükleri rağbete kendisinin daha lâyık olduğunu da düşünüyordur… Beşerî duygular bunlar… Doğal bulduğum bir başka şey de, ANAP'ın Hazine'den almayı planladığı yardımın Ak Parti'nin de oylarıyla engellenmesine kızması… Bunlar olabilir… Olmaması gereken ise, bu hislerini cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine karıştırması…
'Galiba açıklama yapılacağından haberdardı' kuşkusunu uyandıran, grubunu ikna için kullandığı argümanlar... 19 kişiyi birarada tutmak için 'Darbe bile olabilir' demiş ise (dedi mi demedi mi bilmiyorum) onlar bunu başka partilerden milletvekilleriyle paylaşmışlardır… Aynı gecenin bir yarısında mâlum açıklama internet sitesine konulunca, insanlar iki ile ikiyi toplayıp kendi sonuçlarını çıkardılarsa hiç şaşmam… Oysa lâfı hiç uzatmadan, 'Ben bu adamlardan da onların çıkardığı adaydan da hoşlanmıyorum arkadaş' deseydi Erkan Mumcu, bence daha gerçekçi olurdu…
Her gazetede ne kadar da çok 'uyuyan güzel' varmış… Bazısı yazılarında bu konumlarını da itiraf etmiyorlar mı, açık sözlülükleri ayrıca hayret konusu…
Kestirmeden söyleyeyim: Uyurken daha güzellerdi…


Kaynak: http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=4982&y=TahaKivanc

Atatürk'ün Amerikaya yaptığı konuşma...

hasenat

KUR'AN-I KERİM ARAŞTIRMA VE İNCELEME PROGRAMI ......

Mükemmel bir Kur'an-ı   Kerim araştırma ve   inceleme programı. Arapça metin, 22 meal, 4 fihrist.
Arapça ve Türkçe gelişmiş arama seçenekleri, ayetleri derleme ve sonradan okuma, metin editörü, alfabetik sıralama, kullanıcı tarafından belirlenebilir renklendirme, geliştirilmiş program özellikleri. Tıklayın indirin... Tamamen ücretsiz...

cepMeal.gif