Gazze'nin Yavaş Ölümü - Şifahen Değil Acilen Filistine Yardım Lazım
TürkçeEnglishArabicGerman
Gazze'nin Yavaş Ölümü
Gazze Neresi
Krizin Boyutları
İnsani Sonuçlar
Neler Yapabiliriz?

Gazze'nin Yavaş Ölümü

Tarihindeki ilk demokratik seçimlere sahne olduğu 2006 yılına büyük umutlarla giren Filistin için 2 yıl önceki seçimin sonuçları; istikrar yerine giderek kronikleşen bir krizin ve bugün yaşananların başlangıcı oldu.

Filistinliler, direnişte büyük fedakârlığına şahit oldukları Hamas’ı iktidara taşıyıp siyasal bir liderlik rolü verirken, düşman gördüğü bir grubun iktidara gelmesi İsrail’i, Batılı destekçilerini ve bazı Arap ülkelerini oldukça sarsmıştı. Uzlaşma arayışı yerine, ilk andan itibaren Hamas hükümeti ile ilişkilerini kesen söz konusu taraflar, bununla yetinmeyerek hükümet yerine muhalefete açık destek vererek, Filistin toplumundaki siyasi farklılığı, bir çatlağa dönüştürme politikasını çıkarlarına daha uygun buldular. 2006 yılından itibaren iktidardaki Hamas’ı kabul etmeme politikasında ısrar eden uluslar arası aktörler, 1,5 yıl boyunca ilişkileri askıya alma, ekonomik ambargo, askeri saldırılar ve el-Fetih’in kontrolündeki Cumhurbaşkanlığı makamını ikinci bir hükümet gibi muhatap alma siyasetinden sonuç almaya çalıştılar. Dışarıdan güçlerin çift başlı bir Filistin seçeneğini pekiştirici yaklaşımları, Filistinli gruplar arasında iç savaşa varan gerilimde katalizör rolü oynadı.

filistin-ambargoduvari.jpg

Dünyanın en kalabalık yerleşimine sahip küçük bir coğrafyasına sıkışıp kalmış, 1,5 milyon insanın 900 bini mültecilerden oluştuğundan, bu durum siyasi ve sosyal çalkantılar için de uygun bir toplumsal alt yapı sağlamaktaydı. Nitekim, 2007 yılı ortalarına gelindiğinde, bir yanda iç kışkırtmalar, bir yanda İsrail’in operasyonları; hedeflenen sonucu getirdi ve Gazze’de Hamas ile Fetih arasında ciddi bir iç çatışma yaşandı. Olaylarda 200’ü aşkın insan hayatını kaybederken, fiili bir durum oluşturan iktidardaki Hamas, milis güçleri eliyle, Fetih’e ait tüm silahlı birimleri tasfiye ederek Gazze’deki yönetimi tamamen kendi kontrolüne aldı. O tarihten itibaren tüm çabasını bu fiili (de facto) durumu yasal (de jure) duruma dönüştürme çabalarına yoğunlaştırdıysa da, Gazze bölgesi bu kez kapsamlı bir kuşatma ile karşılaştı. Uluslar arası camia tarafından tüm ekonomik ve siyasi baskı mekanizmaları harekete geçirildi ve Gazze için zorlu bir dönem başladı.

13 Kasım 2008 Perşembe

Hılful Fudul ya da Sivil Toplum Kuruluşlarına Değil Tebliğe Talip Olmalıyız

Sivil toplum kuruluşları ile İslami bir mücadelenin yürütülemeyeceğini ortaya koyan bir yazı.

 

Giriş

 

İslam'ın tebliği ve bunun harekete dönüşmesi, hiç tartışmasız, İslam'ın kendi asılları esas alınarak yapılabilecek bir vazifedir. İslam'ın kendi asılları ile kastettiğimiz ise Kur'an ve onun yürüyen şekli demek olan sünnet-i Rasûlullah (sav)dır.

 

Günümüzde bir taraftan,  Rasûlullah (sav) sonrasındaki yüzlerce yılda olmamış derecede bir İslamî uyanış ve İslam'a yeniden dönüş arzusu ve bu uğurda küçümsenmemesi gereken çabalar gözlemlenirken, diğer taraftan, kelimeler ve kavramlar üzerinden yürütülen zihin bulanıklığı da bütün vahametiyle devam etmektedir. Bu çağa özgü kimi kurumları, araçları ve yaşam biçimlerini Peygamber (a.s) zamanındaki bir benzeri ile kıyaslayarak meşruiyet sağlama girişimi bizde adettir.

 

Artık genel-geçer bir nitelik kazanmış bu sapmalara, laik-demokratik bir anayasal devlet düzenini yönetme taleplerini, Rasûlullah'ın (sav) Hudeybiye sulhü ile kıyaslama girişimini örnek verebiliriz. Rasûlullah'ın (sav) Hudeybiye sulhü ile gösterdiği olağanüstü siyasî başarı, Türkiye'de herkesçe çok iyi bilinen Milli Görüş liderinin geçmiş yıllarda CHP ve AP ile yaptığı koalisyon protokolleri için bir dayanak noktası olarak gösterilmektedir. Hâlbuki bahsi geçen iki olayı, yani Hudeybiye ile MSP'nin iki siyasî parti ile koalisyon protokolünü birbiriyle karşılaştırmak, her iki olayın da mahiyetini anlamamak demektir. Zaten aynı yazarın, laikliği değerlendirme babında sarfettiği "gerçek ve gerekli bir din ve düşünce özgürlüğünü sağlayan ve bu manadaki laikliği savunan yegâne din ve düzen İslam'dır." sözleri, bunu anlamasının zor olduğunu ortaya koymaktadır...

 

Rasûlullah'ın (sav) İslam tebliğinin her bir safhasından, canı isteyen herkesin, İslam'ın ruhuna tamamen aykırı yorumları çıkarttığı bir gerçektir. Yani Kur'an'dan "namaz kılmayın" emrini çıkartan Bektaşi, bu yolda yalnız değildir. Bunda da en fazla, İslam'ı bir bütün olarak değerlendiremeyen parçacı yaklaşımlar etkili olmakta, kimi zaman da, önceden kabul edilmiş olan herhangi bir siyasî icraata İslam'dan referans bulma gayreti müessir olmaktadır. Bunların en meşhuru, 'Medine vesikası'nın çoğulculuğa ve 'sivil toplum'a referans gösterilerek İslam'ın/Kur'an'ın devlet kurmayı önermediği tezinin ortaya atılmasıdır. Bu tartışmalar çerçevesinde ortaya, hâkimiyetin kayıtsız-şartsız halka ait olduğu, demokrasinin tam olarak tevhide denk düştüğü, gerçek laikliğin ancak İslam'da bulunduğu gibi pek çok modern-entelektüel hezeyan ortaya çıkmaktadır.

Hılful Fudûl

 

Konumuza tekrar dönelim. Rasûlullah'ın (sav) 13 yıl Mekke'de, 10 yıl da Medine'de olmak üzere, toplam 23 yıllık İslam tebliği ortadadır. İlaveten, onun tebliğinde ve siyasî hareketinde belki anlama sıkıntısı çekebileceğimiz noktalarda, sanki ufkumuzu aydınlatsın diye, diğer Peygamberlerin (hepsine selam olsun) tebliğ faaliyetlerinden Kur'an'ın aktardığı kesitler, tereddütlerimizi gidermekte, bize yakîn hâsıl etmektedir.

 

 Rasûlullah (sav) henüz risâletle görevlendirilmezden önce, gençlik döneminde Mekke'de Cürhüm oğullarından ve Katûra kabilesinden, adları Fuzeyl, Fazl ve Fazl olan bazı kişiler Abdullah b. Cud'an'ın evinde toplanıp bir yemin etmişler ve Kureyş'ten bazı kabileleri de davet etmişlerdir. Çağrılan kabileler Benî Hâşim, Benî Muttalip, Benî Esed, Zühre b. Kilâb, Teym b. Mürre'dir. Bu kişiler Mekke'de, ister Mekkeli, isterse Mekke dışından olsun bir kimsenin zulme uğraması halinde, o kişi ile beraber kalkıp, mağduriyeti giderilinceye kadar mücadele edeceklerine ve geri adım atmayacaklarına dair yemin etmişler. Bu cemiyetin, bu fikri ilk ortaya atan ve ilk yemin eden üç kişinin adlarından dolayı 'Hılful Fudûl' (Fazl'ların yemini) adını aldığı ileri sürülmektedir.

 

Peygamberimizin bu cemiyete üye olduğu hemen hemen bütün sîret kitaplarında zikredilmektedir. Ne var ki, kanaatimce bu olayla Peygamber (a.s)ın ilişkisi çok önemli değil, önemli olan, risâlet geldikten sonra cemiyetle ilgili beyanıdır. Rivayetlere göre o, hılful fudûl ile ilişkisini övgüyle anmış, oraya üye olmanın kendisi için kırmızı develere ya da (mor koyunlara) sahip olmaktan daha sevimli olduğunu belirtmiş ve İslam döneminde de öylesi bir cemiyete davet edilmesi halinde katılmaktan çekinmeyeceğini beyan etmiştir.

 

Öncelikle şu hususun altını çizmek isterim. Bu ve benzeri konularda tekil bir örnekten hareket ederek, Rasûlullah'ın tutum ve davranışının (sünnetinin) nasıl olabileceğine ilişkin hüküm vermek, isabetli olmayacaktır. Bunun yerine, tebliğ sürecinin tamamına bakmak, siyasî/nebevî çizgiyle bu olayın alakasını kurmak maksada erdirici olacaktır. Kaldı ki,  Rasûlullah'ın İslam döneminde hılful fudûl konusundaki sözü nihayetinde bir tek hadistir ve sübut açısından da zannilik taşır.

 

Bununla beraber, Rasûlullah'ın hılful fudûlü, rivayet edildiği tarzda tasvip ettiğini var sayarak, değerlendirmemizi ona göre yapmak durumundayız. Bu değerlendirmeyi yerinde yapabilmek için bir de sivil toplum kavramına eğilmemiz gerekmektedir.

Sivil Toplum

 

Sivil toplum, "Siyasal toplumun karşıtı ve ilişkilerin ekonomik ve toplumsal faktörler tarafından belirlendiği uygar toplum" olarak tanımlanmaktadır. Hobbes ve J. Locke gibi teorisyenler, nazarî olarak siyasî otoritenin gereksiz olduğunu savunmuşlardır. Böylece sivil toplum, siyasî otorite (devlet) olmadan içinde insanların ekonomik ilişkiler, aile, akrabalık ve dini kurumlar gibi hayatlarını yaşayabilecekleri bir yapı olarak tasarlanmaktadır.

 

Her şeyden önce bu 'sivil' (civil) kavramının Müslümanlar tarafından kolayca benimsenmesi mümkün değildir. Zira İslam sivil bir din değildir. İslam, hayatı kesinlikle din içi - din dışı; dinî ve lâ-dînî diye bölmez. Şuayb Peygamber'in namazı, putperest kavmi tarafından nasıl yüzde yüz siyasî okunuyor idiyse (11/Hud, 87), 2007 yılında dünyanın herhangi bir köşesindeki müslümanın namazı da öyle siyasî olmak zorundadır. Kendilerini 'muhalefet partisi' konumunda hisseden Müslümanlar için sivil oluşumlar cazip görünebilir, fakat bilinmelidir ki, kendileri iktidarı elde ettikleri vakit, aynı sivil alan ayrımı onlardan da talep edilecek fakat İslam'ın buna elvermediğini belki en fazla o zaman fark edeceklerdir. Evet İslam siyasî bir dindir. Zaten İslam'ın bu özelliğini çok iyi bilen batılı entelektüeller, İslam'ın batılı anlamda bir sivil topluma elvermediğini tespit etmektedirler.

 

Belki İslamî bir yönetim, bugünkü sivil toplum teşkilatlarını andırır bazı teşebbüslere izin verebilirse de, 'sivillik' İslam'la bağdaşan bir keyfiyet değildir. Hiçbir sivil toplum örgütü, İslam'ı ve İslam'a dayalı yönetimin gerekliliğini sorgulayamaz. İslam'da Allah'a, Peygamber'e ve ulul emre itaat esastır.

 

Sivil toplum, 'resmi toplumun' (devletin) karşıtı değildir; kamusal sosyal hayata ilişkin bir modeldir. Bir sivil toplumda farklı, birbiriyle bağdaşmaz 'iyi' anlayışları ve dünya görüşleri barış içinde bir arada var olabilirler. Hem devlet hem de vatandaşlar sivil toplum içinde 'hukukun üstünlüğü' ile kayıtlıdır. Bu, 'üstünlüğü' tartışılamaz hukukun hiçbir zaman İslam hukuku olamayacağını söylemeye gerek bile yoktur. Sivil toplumun, siyasî toplumun aksine, iktidarı ele geçirme gibi bir planı olamaz; sivil toplum daha çok demokratik dernek hayatı ve kültürel kamu alanındaki serbest tartışma yoluyla, siyasî karar alma süreçlerini etkilemekle ilgilidir. Sivillik, bütün insanların benzer hak ve yükümlülüklere sahip olduğunu kabul etmek, başkalarının hak ve çıkarlarının da kendisininki kadar korumaya ve dolayısıyla bireysel veya yerel çıkarları ortak bir 'iyi' etrafında uzlaştırmaya hazır olmaktır. Sivil toplumun özünde, ortak bir düzenin kurulmasına katılmak ve onun kurallarına uymaya gönüllü bir bağlılık yatmaktadır.

 

Demokratik kültürde 'insan hakları' esastır. İnsan hakları, özgürlük, hümanizm, rasyonalite v.b. bölünmez bir bütünü oluştururlar. Demokratik açıdan, Din'in [İslam'ın] diğer insanlara tebliğ edilmesi gibi bir niyet, bağışlanabilir bir teşebbüs değildir, absürddür. Çünkü tebliğ, davet edilen kişinin kâfir olarak algılandığı anlamını içkindir. Bu ise evrensel insan hakları anlayışına aykırıdır ve onları ötekileştirmeye kimsenin hakkı olmadığı iddia edilir! Sivil toplum kavramı, 'öteki' diye bir şey tanımaz. Kimse ötekileştirilemez. İslam'da ise insanlar mü'min, müşrik, Müslüman, kâfir, fâsık gibi inanç gruplarına ayrılır. İslam açısından mü'minler / Müslümanlar doğru yolda, diğerleri ise batıl yoldadır. İnsanların inanma ya da inanmama özgürlüğü vardır deniyorsa da, aslında tamamen 'inanmama özgürlüğü' güvence altına alınmaktadır. Demokratik hak ve özgürlük anlayışı, gayri Müslimlerin her türlü inançsızlık, ahlaksızlık, içki, kumar, her türlü cinsel sapkınlık, her türlü 'giyim' değil, her türlü çıplaklık ve teşhircilik; plajlar başta olmak üzere, her türlü eğlence; güzellik yarışmaları başta olmak üzere, kadının şeref ve haysiyetini metalaştırıcı, beş paralık bir cinsel paçavraya dönüştürücü her türlü sapkınlığını hem meşru sayar, hem de güvence altına alır. Bu politikanın İslam'la temelden çeliştiği ise gayet açıktır.

 

Sivil toplum teşkilatları, devletin katı/baskıcı politikalarına karşı, halkın kırılan 'onurunu', yıkılan umutlarını tamir etmeyi amaçlayan; küsleri barıştırmacı bir fonksiyonu olan faaliyetler yürütürler.

 

Türkiye'de sivil toplum anlayışı 1983 yılından itibaren gelişmeye başladı. Bilim adamları, sivil toplumu burjuva toplumunun doğuracağını ve ANAP'ın bu burjuva toplumunu doğurmaya çalıştığını belirtmektedirler. Son yıllarda birtakım siyasî projelerle İslam'ın ılımlılaştırılmaya çalışıldığı bir gerçektir. Ortadoğu, Arap toplumları ve Türkiye'de İslam'ın sivil toplum ve demokrasiyle uyumlaştırılmasına yönelik arayışların yapıldığına da yine aynı bilim adamları işaret etmektedirler.

 

"Toplum artık tapınmak için sadece dinsel semboller kullanmıyor; onun yerine modern, elverişli, kendi çarkını döndüren bir üst-kültüre ait stilize sembollere de başvuruyor. Bu semboller, toplumun kendini devam ettirici, koruyucu ve yeniden canlandırıcı olmalarını sağlıyor. Sivil toplumun Türkiye'de bu tür sembol olarak çalıştığını ileri sürebilirim. Bu sebeple, Türkiye'de sivil toplum, göstermeye çalıştığım gibi, popüler kültür üzerine inşa olmuş bir siyasal popülizm aracılığıyla toplumun demokrasiye tapınmasını sembolize etmektedir."

 

İslam'ı, herhangi bir eşcinseller derneği ayarında bile bir sosyal-siyasî değer olarak kaale almayan bir demokratik düzende siyaset yapmaya heveslenen Müslümanların hılful fudûl gibi örneklerden meşruiyet gerekçeleri devşirmeleri traji-komik bir durumdur.

Hılful Fudûl, Sivil Toplum ve İslamî Tebliğ

 

Çağdaş laik-demokratik devletlerin İslam'ın 'alenen' ve açıkça tebliğine izin vermedikleri bir gerçektir. İslam'ın tebliği yasaklıdır ve bu, genel halk yığınlarının fark etmemesini sağlayan, takiyyeci-popülist politik manevralarla örtülmektedir. (Burada 'küfür' kavramını hatırlamalıyız). İslam'ın tebliği önüne kırmızı çizgiler çeken laik rejim, yasalar çerçevesinde, dinî birtakım faaliyetlere izin vermektedir. Bu faaliyetleri ise, adına 'sivil toplum teşkilatları' (STK) ya da 'sivil toplum örgütleri' (STÖ) denilen birtakım kuruluşlar yürütmektedir.

 

Peygamberimiz Muhammed (sav)in katıldığı haber verilen Hılful Fudûl cemiyeti, o dönem için takdire şayan bir çalışma olarak görülebilir. Fakat hadisenin şu boyutu dikkatlerden kaçırılmak istenmektedir: Hılful Fudûl gibi cemiyetler hiçbir şekilde, o günkü Mekke'nin aristokratik düzenine başkaldırmayı sembolize etmemektedir. Öyle veya böyle, o günkü Mekke yönetimiyle birlikte, onun müsaadesi ve muvâfakatı kapsamında faaliyet yapmaktadır. Aksi taktirde, yeminli üçbeş kişinin Mekke'nin yönetimini ele geçirdiği anlamı çıkar ki bu, tarihi gerçeklere aykırıdır. Yani hılful fudûl bir tür sivil toplum teşkilatı olarak iş yapmaktadır. Halbuki Muhammed (a.s) Peygamber olarak Allah tarafından görevlendirildiği andan itibaren, hiçbir 'sivil' vasfı kalmamıştır. O artık, bütün Mekke halkını 'öteki' olarak gören; toplumun akidevî, ekonomik, ahlakî, siyasî temellerini, kelimenin tam anlamıyla dine dayandıran ve ileri aşamada bu vasıfta bir devlet kurmayı hedefleyen bir siyasî kişidir.

 

Peygamberimizin, İslam döneminde "yine çağrılsam yine öyle bir kuruluşa katılırım" sözü sanırım, hılful fudûlün kendi döneminde, kendi şartları içerisinde iyi bir teşebbüs olduğunu teslim etme anlamına gelmektedir. Yani Peygamber (a.s), geçmişte yaptıklarından pişmanlık duymayı gerektirecek bir durum olmadığını ifade etmiş olmalıdır. Yoksa onun bu sözü, Mekke'de kendisi Peygamber iken yine öyle bir teşkilat kurulsaydı, derhal ona katılacağı, ama İslam'ın tebliği gibi yüzde yüz siyasî, doğrudan Mekke yönetiminin kalbini hedef alan bir topyekün kıyâm hareketini erteleyeceği veya, hareketinin siyasî boyutunu öne çıkartmayacağı(!) gibi bir anlama gelemez. Böyle bir anlamın var olduğu iddia edilirse o zaman şu soru akla gelir: Rasûlullah (sav)in etrafında, hılful fudûl benzeri bir teşkilat oluşturacak kadar insan vardı. Bunu pekâlâ yapabilirdi, neden böyle davranmadı da, tebliğe devam etti?

 

Hılful fudûl dönemindeki Muhammed (a.s), İslamî tebliğle muvazzaf Muhammed (a.s) değildi; hılful fudûl benzeri bir örgüt yeniden kurulsa bile, Muhammed (sav) aynı o günkü 'sivil' ölçüler içinde kalamazdı. Nitekim Mekke'de Müslümanlara yapılan işkenceler, hakaret ve küfürler, evlerinin yağmalanması, üç yıl süren ekonomik ve sosyal boykot, hılful fudûl gibi teşkilatların kurulması için gayet olgunlaşmış koşullar değil miydi? Ama artık 'sivil' faaliyetlerin zamanı Muhammed (a.s) için çoktan geçmişti. Şimdi onun attığı adım, içtiği su, verdiği selam bile siyasî idi, muhatapları tarafından da öyle okunuyordu ve bu okuyuş doğru bir okuyuştu.

 

Hılful fudûl bir hak arama örgütüydü. Peygamberimiz 610 yılı Ramazan ayından itibaren artık bir 'sivil-hak arayıcı birey/vatandaş' değil, bir Peygamber, bir siyasî lider, yepyeni bir toplum inşa edici bir dava adamıydı. Onun şimdiki davası, hak aramaktan çok daha büyük, daha kapsamlı ve daha ciddi bir işti. Onun ilahı, yeryüzünde kâfirlerin gücünü tam olarak kırmadan esirler edinmesini bile hoş karşılamamıştı.

 

Günümüzde Müslümanların STK bağlamındaki uğraşıları, demokratik kültür açısından amacına ulaşmış vaziyettedir. Müslümanlar daha ziyade hak arama biçiminde icrayı faaliyet yapmaktadırlar. Bunun en bariz örneği de 'başörtüsü'dür. Başörtüsünü bir hak arama mücadelesine indirgemek, kanaatimce, İslamî tesettüre yapılabilecek en ciddi bir yanlıştır.

 

İslam, kendinden başka hiçbir din, düşünce ve hayat görüşünü meşru saymaz. Bir şey ya İslam'dır ya da küfürdür. İslam, başkalarının haklarına saygı; öteki'ne saygı, çoğulculuk, hoşgörü, diyalog, interaktif ilişki gibi sloganlarla, İslamî akidenin sulandırılmasını, İslamî siyasî duruşun za'fa uğratılmasını asla kabul etmez.

 

Allah, Elçisine, yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve Din tamamen Allah'a has kılınıncaya kadar kâfirlerle savaşmasını emretmektedir. (2/Bakara, 193; 8/Enfal, 39). Kur'an'ın bu çağrısı hiçbir 'sivil' doktrinin hiçbir yerinde kendine bir yer edinemeyeceği gibi, hiçbir sivil toplum kuruluşu bu ideolojik duruşa razı olamaz ve hiçbir 'hılful fudûl' tecrübesi bu felsefeyle bağdaşamaz. "De ki ey kâfirler!" diye başlayan ve "Ben sizin taptığınız ilahlara asla tapmam!" diye devam eden, "cehenneme kadar yolunuz var!" anlamına gelecek tarzda, "sizin dininiz size, benim dinim de banadır" ültimatomu ile biten, ayrışmacı, meydan okuyucu çağrının neresinde 'sivil'lik bulunduğu, izah beklemektedir…

 

Günümüzde Müslümanlar, yasalar izin vermediği için, sivil toplum kuruluşları adı altında birtakım icraatlar yapmaya çalışmaktadırlar. Bu icraatların hiçbir istisnaya mahal bırakmaksızın, tamamını bir kalemde silip atmak gibi tutumu savunamam. Bunların tabi ki samimiyet ve ihlas açısından bir derecelenmesi söz konusudur. Lakin şu var ki, bir Müslüman grubun "ne yapalım, yapabildiğimiz ancak budur" türündeki savunmayla bir şeyler yapması ayrı, bunların İslamî faaliyetler olarak gösterilip, buna da hılful fudûl gibi tarihsel örneklerden meşruiyet kaynağı gösterilmesi ayrıdır. Bilhassa, adı geçen sivil toplum kuruluşları, İslam'ın sivilleştirilmesi; sivil toplumcu, çoğulcu, özgürlükçü, hoşgörülü, Avrupa birliğine öykünmeci, uzlaşmacı, ılımlı, liberal bir İslamî anlayış ortaya çıkartılmasında inkâr edilemez bir etkiye sahiptirler. Burası meselenin en mühim noktasıdır ve kimi STK'nın "az bir meta" kabilinden kazanımlarına mukabil, sözünü ettiğimiz bu değişim ve dönüşüm reva mıdır, bunun muhasebesinin yapılması icap eder.

 

Yine burada örtü merkezli bir örnek vermek istiyorum. Birtakım dindar kimselerin odaklandığı sendikalar, mesela Müslüman kızların örtülerinin zorla açtırılması hususunda hiçbir etkiye, hiçbir yaptırım gücüne sahip değilken -belki en fazla yapacakları şey, konuyu Avrupa İnsan hakları mahkemesi'ne taşımaktan ibarettir!-, aynı sendikaların memurların ücret artışı, sosyal haklarının iyileştirilmesi, öğretmenlerin ek derslerindeki 'haksız' kesintilerin düzeltilmesi gibi alanlarda canhıraş bir şekilde çabalaması bana, tesettürün tabutuna çakılan bir çivi gibi görünmektedir.

 

Sonuç olarak, İslam'ın bir DİN olarak nasıl yaşanacağı, nasıl tebliğ edileceği, İslam'ın neye talip olduğu, neye talip olmadığı tamamen onun kendi içinde belirlidir. İslam başka hiçbir ideolojinin sığıntısı olamaz. Hiçbir ideolojinin kavramları ve kurumlarıyla İslam açıklanamaz, tanımlanamaz. İslam hiçbir kâfir ideolojinin dayattığı koşullarla uzlaşmaz. İslam'ın şerefli peygamberler silsilesi, İslamî hayatın ve İslamî tebliğin en mükemmel örnekleridir. İslam dışı siyasî bir sistemin açık kapılarından girilmek suretiyle nebevi bir tebliğin yapıldığı da hiçbir zaman görülmemiştir.

Kaynak: Nida, Haziran-2007 sayısı, Mehmed Durmuş.

-Ahmet Akgül, İslam Davası ve Adil Düzen, Risale y. İst-1991, s.104.

-Ahmet Akgül, İslam Davası ve Adil Düzen, s. 248.

-İbnul Esir, el-Kamil Fi't-Tarih, Beyrut-1965, II/41.

 

-Mahmud Esad Seydişehrî, İslam Tarihi, Sadeleştiren: A. Lütfi Kazancı-Osman Kazancı, İst-1983, s.386.

 

-İbnul Esir, el-Kamil Fi't-Tarih, II/41; İbni Hişam, Sîret-i İbn-i Hişam Tercemesi, Terc. Hasan Ege, İst-1985, I/184.

-Sosyal Bilgiler Ansiklopedisi, İst-1990, III/409.

 

-Mustafa Erdoğan, Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm, Ank-2006, s.270.

-Mustafa Erdoğan, Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm, 251.

-Mustafa Erdoğan, Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm, 253.

-Mustafa Erdoğan, Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm, 354-255.

 

-Ali yaşar Sarıbay, Postmodernite Sivil Toplum ve İslam, s. 119; Mustafa Erdoğan, Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm, s.249.

-Ali yaşar Sarıbay, Postmodernite Sivil Toplum ve İslam, s. 124.

-Ali yaşar Sarıbay, Postmodernite Sivil Toplum ve İslam, s. 200.

-Ali yaşar Sarıbay, Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam, s. 130.

24 Temmuz 2008 Perşembe

SÜREÇ ODAKLI VERİMLİLİK GELİŞTİRME EĞİTİMİ

İşletmelerde Süreç Odaklı Verimlilik Geliştirme Eğitimi(30 Temmuz 2008)-2
 

30 TEMMUZ 2008  (Çarşamba)

SÜREÇ ODAKLI

VERİMLİLİK GELİŞTİRME EĞİTİMİ

 

 

DEĞERLİ İŞADAMLARI VE YÖNETİCİLER,

GİTTİKÇE ZORLAŞAN REKABET ORTAMINDA;

GİRDİ FİYATLARININ DIŞIMIZDAKİ ETKENLER NEDENİ İLE SÜREKLİ OLARAK ARTMASI ÜRÜN MALİYETLERİNİ KONTROL ALTINDA TUTULMASINI ZORLAŞTIRMAKTA,

 

PAZARLARDA KARŞILAŞILAN KAYIPLAR NEDENİYLE KARLILIK ORANLARI GİTTİKÇE AZALMAKTA

VE BU NEDENLE DE SÜREKLİ

KAN KAYBEDİLMEKTEDİR.

 

BU DURUMDA OLAN İŞLETMELER ;

 

·         YENİ YATIRIMLAR YAPAMAMA,

·         MÜŞTERİ TALEP VE BEKLENTİLERİNİ KARŞILAYAMAMA,

·         PAYDAŞLARININ MEMNUNİYETİNİ SAĞLAYAMAMA GİBİ DURUMLARLA KARŞI KARŞIYA KALMAKTADIRLAR.

 

 

HERŞEYE RAĞMEN; İŞLETMELERİMİZİN KARŞILAŞTIKLARI BU SORUNLARIN ÜSTESİNDEN GELMEK, GELECEĞE ÜMİTLE BAKMAK VE HAZIRLANMAK MÜMKÜNDÜR.

 

                                                                                                        

ÇÖZÜM YOLU:

 

" TÜM SÜREÇLERİMİZİ GÖZDEN GEÇİREREK ELİMİZDEKİ TÜM  KAYNAKLARIMIZIN (ZAMAN, EMEK, MAKİNA, EKİPMAN, BİLGİ..vs) ETKİNLİĞİNİ VE VERİMLİLİĞİNİ ARTIRMAK "

 

MEVCUT KURULU KAPASİTEDEN EN ETKİN YARARLANARAK, AYNI SABİT GİDERLER KARŞILIĞINDA ÜRETİM ÇIKTILARIMIZI SİSTEMATİK VE SÜRDÜRÜLEBİLİR ŞEKİLDE ARTIRMAK, SORUNUN ÇÖZÜMÜNE ÖNEMLİ KATKI SAĞLAYACAKTIR.

 

SİZLERLE UYGULAMA DENEYİMLERİMİZİ PAYLAŞARAK İŞLETMELERİMİZİN

 " SÜRDÜRÜLEBİLİR KARLI BÜYÜME SÜRECİ " NİN ALT YAPISINI BİRLİKTE OLUŞTURABİLMEK AMACIYLA;

 

SİZLERİ " UYGULAMA AĞIRLIKLI EĞİTİM PROGRAMIMIZA " DAVET EDİYORUZ "

 

İ L E T İ Ş İ M        :   

Eğitim İçeriği ve Eğitim Katılım Formu için tıklayın

 Detaylı bilgi ve kayıt için; (224) 220 65 23 numaralı telefon veya info.tys@gmail.com e-mail  adresinden Eğitim Koordinatörü Mustafa KARA  ile iletişim kurulabilirsiniz

 

www.tys-tr.com

25 Haziran 2008 Çarşamba

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ EĞİTİMİ

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ EĞİTİMİ

EĞİTİM  TARİHİ : 11 – 12 TEMMUZ 2008

   

E Ğ İ T İ M İ N   A M A C I
  
  Her büyüklükteki Üretim ve Hizmet sektörlerinde faaliyet gösteren işyerlerinde çalışanların sağlığı ve güvenliği açısından önemli risklerin oluştuğu görülmektedir. Bu risklerin an aza indirilmesi için işyerlerinde güvenli ve sağlıklı bir çalışma ortamı oluşturmak yasal bir zorunluluktur. Bu eğitimle, işyerlerinde tüm ekipman ve proseslerle ilgili riskleri önlemek, iş kazası ve meslek hastalıklarını en an aza indirmek ve bunu sistematik hale getirmek için tüm yönetici ve çalışanların bilinçlendirilmesi hedeflenmiştir.
  
  
 
 K A T I L I M C I L A R
  
  Firma yöneticileri, İşyeri Sağlık Görevlileri, İş sağlığı ve Güvenliği ile ilgili görev yapan bütün sorumlular, Sendika ve İşyeri Temsilcileri
  
  
  
E Ğ İ T İ M   S Ü R E S İ :      İki Gün;12 Saat (Saat: 09:30 - 17:30)
  
  
  
E Ğ İ T İ M   Y E R İ :     TYS Eğitim Salonu ( BURSA)
  
  
  
E Ğ İ T İ M   Ü C R E T İ :  250YTL + KDV
  
  Bu bedele öğle yemekleri, çay ve kahve arası ikramları, eğitim notları ile eğitim sertifikası bedelleri dahildir. Aynı firmadan 2 kişi ve üzerinde katılımlar için % 15 indirim yapılır.
  
  
  
E Ğ İ T M E N L E R
  
  Gültekin BAŞKÖYLÜ ( Kimya Mühendisi - A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı)
  
  İsmail SARIKAYA ( Makina Mühendisi - A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı)
  
  Ramazan KARAKÖK ( Makina Yük. Mühendisi – Yönetim Sistemleri Danışmanı)
  
  
  
İ L E T İ Ş İ M
  
  
İletişim ve Eğitim Katılım Formu için tıklayın

2 Haziran 2008 Pazartesi

Evde çıkabilecek yangınları ÖNLEYİN – Lütfen Okuyun!!

 Evde çıkabilecek yangınları ÖNLEYİN – Lütfen Okuyun!!





Bu fotoğraf, geçtiğimiz hafta sonu meydana gelen bir ev yangınından sonra çekildi. Fotoğraftaki nesne, bildiğimiz elektrik prizi ve prize takılı içinde metal bir parça bulunan bir kutu.

Mesajı gayrimenkul sigortası alanında çalışan bir arkadaşımdan aldım. Okumaya değer bir yazı.

Bu, göndermediğiniz takdirde listenizde bulunan birinin bu tür olaylardan haberdar olmadığı için aynı şeyleri yaşamasına neden olabilecek türden bir e-mail. Bu kötü olay geçtiğimiz hafta, orijinal mesajı yazan bayanın erkek kardeşi ve eşinin başından geçmiş.

Çıkan bir yangında çiftin evi tamamen yanmış ve geriye külden başka bir şey kalmamış. İyi bir sigortaları olduğundan, ev ve birçok eşya sigorta tarafından karşılanacak. Bu iyi haber.

Ancak, yangının sebebini öğrendiklerinde dehşete düşmüşler. Sigorta enspektörü birkaç saat boyunca küller arasında yangını çıkış sebebini araştırmış. Enspektör yangının başladığı yerin evin banyosu olduğunu tespit etmiş ve evin hanımına banyodaki prize ne gibi aletlerin takılı olduğunu sormuş. Kadın saç maşası, saç kurutma makinesi gibi bilindik şeyleri sıralamış. Enspektör kadının saydığı her aletten sonra "Hayır, bu yüksek sıcaklıklarda parçalanabilecek bir şey' deyip durmuş. Ardından kadın birden banyodaki prizlerden birinde Glade oda parfümünün takılı olduğunu hatırlamış.

Sigorta enspektörü hemen atlayıp yangının sebebinin bu cihaz olduğunu söylemiş.

Enspektör bu prize takılan oda parfümlerinin yangınlara diğer ev aletlerinden çok daha fazla sebep olduğunu söylemiş. Bu cihazlarda kullanılan plastiğin çok İNCE olduğunu ve hatta bir yangın sonrasında geriye böyle bir şeyin varlığını kanıtlayacak hiçbir şeyin kalmadığını anlatmış. Enspektör duvardaki prize baktığında, oda parfümünden geriye kalan iki metal parçasının hala orada olduğunu görmüş.

Çiftin banyoda kullandıkları oda parfümünün üzerinde küçük bir gece lambası bulunuyormuş. Gece zaman zaman ışığın sönükleştiğini ve ardından tamamen söndüğünü fark etmişler. Birkaç saat sonra ışık kendi kendine tekrar yanmaya başlıyormuş. Enspektör cihazın çok ısındığında lambayı patlatmak yerine sönükleştiğini ve soğuduktan sonra tekrar yanmaya başladığını, bunun da bir uyarı işareti olduğunu söylemiş.

Enspektör ayrıca birçok evin bu sebepten yandığını gördüğünden, kendi evinin hiçbir yerinde asla prize takılan tip oda parfümü kullanmadığını söylemiş.

LÜTFEN BU MESAJI ADRES DEFTERİNİZDEKİ HERKESE GÖNDERİN.

YALNIZCA BİRİLERİNİN EVİNİ DEĞİL, O KİŞİLERİN HAYATINI DA KURTARABİLİRSİNİZ!

29 Nisan 2008 Salı

Şehadetinin Dördüncü Yıldönümünde Filistinlilerin Zihinlerinde Kanlı Olayın Kareleri Canlılığını Koruyor

Print Email
Şehadetinin Dördüncü Yıldönümünde
Filistinlilerin Zihinlerinde Kanlı Olayın Kareleri Canlılığını Koruyor
[ 04/04/2008 - 08:47 AM ]
Şeyh Ahmet Yasin, şehadetinin 4. yıldönümünde ümmetin kalbinde ve zihninde capcanlı yaşıyor

Gazze-Filistin Enformasyon Merkezi

İşgal güçleri tarafından suikastle öldürülmesinin üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen Şeyh Ahmet Yasin sadece Filistinlilerin değil onu mücahit bir komutan olarak tanıyan İslam ümmetinin zihnindeki tazeliğini hala muhafaza ediyor. Felçli bedeni ve tekerlekli sandalyesiyle siyonistleri korkutmayı başarınca onu öldürmeye yeltendiler. Onun şehit edilişinin her karesi Filistinlilerin zihinlerine yer etmiş durumda. İmam, daima temenni ettiği gibi şehit olarak hayata veda etti, unutmamaya ve gaspçı katile açık vermemeye yemin etmiş ümmet ise onun şehadetiyle hayat buldu.

Şehadetle Randevu

Şehadet randevusu üzerine, şeyhimiz 22 Mart 2004 yılında, temellerini takva ve hak üzere inşa ettiği "İslam Akademisi" mescidinde sabah namazını eda ettikten sonra tekerlekli sandalyesiyle dışarı çıktığında işgal uçakları ona doğru üç füze ateşledi. Şeyh, içlerinde iki refakatçisinin de bulunduğu 8 kişiyle birlikte yaradanına doğru son yolculuğuna çıktı.

Kanlı Olayın Gelişimi
Sabah saat 5.20 sularında siyonist helikopterleri 66 yaşındaki felçli Şeyh İmam Ahmet İsmail Yasin'i vurmak için 3 füze fırlattı. O sırada şeyh, sabah namazını kılmış tekerlekli sandalyesini iten iki refakatçisiyle birlikte Gazze'de nüfusun kalabalık olduğu Sabra Mahallesinde bulunan mescitten çıkıyordu.

Füze Şeyhin Sandalyesine İsabet Etti

Filistin'deki insan hakları örgütlerinin kayıtlarına göre füzelerden biri doğrudan Şeyh Yasin ve beraberindeki iki kişiye isabet etti ve bedenleri paramparça olmuş bir halde olay yerinde şehit düştüler. Aralarında şeyhin 37 yaşındaki oğlu İmam Abdülhamit ve 33 yaşındaki Abdulgani'nin de bulunduğu 4 kişinin daha şehit düşmesine ve 17 kişinin de yaralanmasına sebep olan diğer iki füze de aynı bölgeyi vurdu.

Olayın meydana gelmesinden sonra, başında uluslararası savaş suçlusu Ariel Şaron'un bulunduğu işgal hükümeti, felçli şeyhin öldürülmesinden duydukları mutluluğu dile getirdi. Yahudi basını, siyonist resmi kaynaklarından, suikast olayına işgal hükümeti tarafından onay verildiğini ve Şaron'un kanlı operasyonun uygulanışını bizzat takip ettiğini nakletti.

Olay günü suikastin gerçekleştirildiği mescidde namaz kılanlardan biri, güçlü bir patlama sesi duyduğunu ve şeyhin yaşayıp yaşamadığından emin olmak için etrafa bakındığı söyledi ve patlamadan sonraki ilk anı şöyle anlattı: "Şeyh Ahmet Yasin'in nerede olduğunu öğrenmek için etrafa baktım onu yerde yatarken, sandalyesi parçalanmış bir halde gördüm. İnsanlar panikle sağa sola kaçışmaktaydı. Bundan sonra iki füze daha düştü."
Başka bir görgü tanığı, üç kuvvetli patlama sesi duyduktan sonra olay yerine koştuğunu ve Şeyh Yasin'in kanlara bulanmış sandalyesinin parçalarını gördüğünü söyledi.

Sevenlerinin Öfkesi

Suikast haberinin duyulmasından sonra yüz binlerce kişi, Gazze ve Batı Yaka sokaklarına dökülüp hüzün ve öfke seli halinde intikam sloganları atarak yürüyüş yaptı. Direnişçiler, işgalcilerin bulunduğu bölgelere, siyonist kasapların işlediği suça verilecek net cevabın ilk adımı olarak kabul ettikleri birkaç saldırı düzenledi.

Bu, Şeyh Yasin'in uğradığı ilk suikast girişimi değildi. Daha önce de işgal uçakları, 6 Eylül 2003 tarihinde Gazze'de, o zaman şeyhin yardımcısı konumunda olan şu anki Filistin Hükümeti Başbakanı İsmail Heniyye ile birlikte kullandığı daireyi bombalamış ancak şeyh, suikast olayından son anda kurtulmuştu.

Şehit Olma Onuru… Ve İmamın Hayatından Son Kareler

Şeyh Ahmet Yasin'in şehit edilişinin Filistinlilerin gönüllerinde bıraktığı acıya rağmen, sabah namazını eda ettikten sonra böylesine vahşi bir şekilde şehadet şerbetini içmesi, Allah dostu bu adamın kerametini göstermiş oldu. Özellikle de, sadece saatler önce yatağında doğal yollardan ruhunu teslim etmek üzereyken Allah'ın ona iyileştikten sonra tarihin belleğinde ebedi olarak kalacak büyük bir şehadeti kader olarak tayin etmesi bunda etkili oldu.  

Şehit İmam, ailesinin ve refakatçilerinin ifadesine göre şehit oluşundan 36 saat önce geçirmekte olduğu şiddetli akciğer iltihabının etkisiyle sandalyesinden düşecek gibi olmuştu. Çoğunlukla onu konuşamayacak hale getiren nefes darlığına tutuluyordu. Gazze'nin güneyindeki Sabra Mahallesinde bulunan evinde, çocukları ve etrafında dört dönen refakatçileri koşup tekrardan onu yerine oturttular. Sonra da zor nefes alır bir durumda onu tedavi göreceği Daru'ş Şifa Hastanesine götürdüler.

Refakatçileri Gazze sahilinin karşısında işgal ordusuna ait kıpırdanmalar olduğunu fark edince onu acı çekmesine rağmen hastaneden çıkarıp eve götürmekte ısrar ettiler.



Ölüm Döşeğinden Şehadetle Kucaklaşmaya

O gece yanından ayrılmayan refakatçısı şeyhin sağlık durumunun çok kötü olduğunu, nefes darlığından kaynaklanan acıları sebebiyle bir an bile gözüne uyku girmediğini ve ölmek üzere olduğunu vurguladı.

Pazar günü sabahı yani olayın cereyan etmesine 24 saatten az bir zaman kala, şeyh evinden çıkmadı. Sağlık durumu çok kötüydü ve o süre boyunca bir türlü kurtulamadığı nefes darlığı nöbetlerini yatıştırmak için ilaç alması zorunlu olduğu halde, yemek yiyemedi. Şeyhin refakatçileri Pazar günü boyunca şehrin en güney kısmında yer alan, yani şüpheli askeri hareketlere tanık olan Nitzarim yerleşim biriminin yakınındaki Sabra Mahallesi semalarında İsrail keşif uçaklarının normal olmayan faaliyetlerde bulunduğunu fark ettiler.

Bu şüpheli hareketlenme karşısında şeyhin yardımcıları onu geceyi geçireceği başka bir yere götürmeye karar verdiler. Onunla yapılan istişareyle yatsı namazını, mütevazı evine birkaç yüz metre uzaklıktaki "İslam Akademisi" mescidinde kıldıktan sonra yeni bir sığınağa nakledilmesi kararlaştırıldı.

Geceyi İhya

Mescitte itikâf ve itaatten sonra ona şehadeti bağışlaması, Allah'ın lutfuna bir ön hazırlıktı. İmam yatsı namazını kıldıktan sonra mescitte kalmakta ısrar etti ve itikâfa girmeye niyet ettiğini, sabah namazını da kıldıktan sonra oradan ayrılacağını bildirdi.

Bu ısrar karşısında yardımcıları onun isteğini yerine getirmekten başka çare bulamadılar. Çocuklarının eve döndüğü bir vakitte yardımcıları onun yanında kaldılar ve o da nefes darlığı yüzünden çektiği acılara rağmen bütün gece namaz kıldı, Allah'ı zikretti.

Oruçlu Gitti

O gece şeyhle birlikte itikâfa girenler sabah namazı vaktinin girmesine yakın sağlık durumunda ani bir iyileşme olduğunu, yardımcılarıyla ve namaz kılmak için mescide gelen kişilerle konuşmaya başladığını vurguladılar.

Ahmet Yasin'in öldürülmeden önce namaz kıldığı mescitte namaz kılanlardan biri olan 29 yaşındaki genç Bessam Şanubi şeyhle konuştu. Şeyh ona: "Vallahi oğlum sabaha karşı saat 2'de uyuyup sabah namazını kılmak için 3'te uyandım" dedi.

Cami imamı, şeyhin namaz kılanlarla ve yine namaz için gelmiş 9 yaşlarındaki bir çocukla konuşmaya daldığını görünce namazı biraz geç kıldırdı. Namazdan sonra refakatçileri, iki oğlu ve yanında namazı eda eden komşularıyla birlikte onu eve götürmeye karar verdiler.

Şeyhin Son Sözleri

Şenubi, Filistinli mültecilere iş ve yardım sağlama örgütünde (UNRWA) çalışan ve onun yanında yürüyenlerden birinin, Şeyh Yasin ve refakatçilerine "Dikkatli olun uçuş yapılıyor Yasin'i vurabilirler" dediğini, şeyhin cevabının ise "Onları Allah'a bırak; kim Allah'a tevekkül ederse O ona yeter" olduğunu söyledi.

Füzenin fırlatılmasından birkaç saniye önce refakatçilerden biri, şeyhin komşularından birine bir şeyler sormak için yönelmişti ki tekrar ona döndüğünde birinci Hellfire füzesi şeyhin karnını delil deşik etmişti bile. Şeyh şehit düşmüş ve Rabbiyle oruçlu olarak buluşmuştu. Hatırası sadece Filistinlilerin değil bütün ümmetin kalbinde ve zihninde, bu ümmetin onurunun adı ve izzetinin sembolü olarak kaldı. O davası için, Filistin, Kudüs ve Aksa için yaşadı ve hep temenni ettiği gibi şehit olarak öldü.

 

Page Top

Atatürk'ün Amerikaya yaptığı konuşma...

hasenat

KUR'AN-I KERİM ARAŞTIRMA VE İNCELEME PROGRAMI ......

Mükemmel bir Kur'an-ı   Kerim araştırma ve   inceleme programı. Arapça metin, 22 meal, 4 fihrist.
Arapça ve Türkçe gelişmiş arama seçenekleri, ayetleri derleme ve sonradan okuma, metin editörü, alfabetik sıralama, kullanıcı tarafından belirlenebilir renklendirme, geliştirilmiş program özellikleri. Tıklayın indirin... Tamamen ücretsiz...

cepMeal.gif